ABAYLAR
Aksaray
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.02
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2419.0
  • BIST
    9618.83
  • BTC
    69294.62$

AZM-İ MİLLÎ T.A.Ş. -1-

26 Haziran 2019, Çarşamba 09:00

2010-2012 arasında hazırlamış olduğum ve 2014’te kitap olarak basılan yüksek lisans tezimi buradan da siz okurlarımızla paylaşmak istiyorum.

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye’de İktisadi Durum

Bilindiği gibi Osmanlı’nın son dönemi savaşlar içerisinde geçmiştir. Bu yokluk günlerinde hem iktisadi hem de siyasi yönden zorda olan devletin sanayi ve zirai konular başta olmak üzere diğer hususlarda gelişme kaydetmesi imkânsız gibi bir şeydi. Ayrıca, Osmanlı, başka bir ifadeyle Müslüman-Türk halkı ticarete yakın olmasına rağmen son zamanlarda cereyan eden savaşlar yüzünden ticaretten uzak kalmıştır. Bu dönemde ticaret, Müslüman nüfusun savaşta olmasını ganimet bilen gayrimüslimlerin ilgi alanında idi.

Osmanlı döneminden 20. y.y. Türkiye’sine devredilen mirasın temel özelliklerinden birisi bir yanda tarıma dayalı ve dış ticarete, yabancı sermayeye açılmış yapılardır. Bu özelliklerin 20. yüzyıl başlarındaki az gelişmiş ülkelerin pek çoğunda görüldüğünü biliyoruz. Öte yanda ise güçlü merkezi devlet, siyasal bağımsızlığın kaybedilmemiş olması ve küçük üreticiliğin ağır bastığı tarımsal yapılar. Osmanlıda üretim çok büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Sanayi gelişememiş buna karşılık özellikle ticaret, ulaştırma ve bankacılık gibi hizmet kesimleri imparatorluğun son elli-altmış yılında önemli sermaye birikimine konu olmuştur. Ancak bu kesimle çok büyük ölçüde azınlıklar ve yabancı sermayenin elindeydi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on yılında özel sektör önderliğinde, sanayileşmeye öncelik veren bir politika izlenmiştir. Özel sektör, sanayiye yatırım yapması amacıyla teşvik edilmiştir. Fakat özel sektörün elinde yeterli sermaye bulunmamaktadır, girişimci tecrübesi ise yok denecek kadar azdır. Sanayileşme için gerekli alt yapı çok yetersizdir. Bu nedenlerle mevcut ticari sermayeyi sanayiye aktarmak oldukça zor olmuştur.

Cumhuriyet’in ilanından sonra geçmişten gelen vergi sisteminin toptan değiştirilmesinden ziyade, bazı vergilerin ıslah edilmesi cihetine gidilmiştir.

Türkiye İktisat Tarihi isimli kitabında Boratav, ekonomiyi bölümlere ayırmış, 1923-1929 arasındaki dönemi ise şu ifadelerle özetlemiştir: Bu yıllar barış ortamına dönüş koşulları içinde milli gelirde sağlanan büyüme hızı dolayısıyla reel gelir artışlarının bütün sosyal sınıf ve tabakalara yayıldığı bir dönem oluşturmaktadır. Yine bu dönem için “açık ekonomi koşullarında yeniden inşa” tanımlaması de Boratav’a aittir.

Siyasal bağımsızlık savaşından, ekonomik bağımsızlık savaşına giden yolda, Millî Mücadeleyi gerçekleştiren kadro, kurtuluşun ancak iktisadi zaferin kazanılmasıyla mümkün olacağı bilincindeydi. Başta Mustafa Kemal olmak üzere, İstiklal Savaşı’nı kazanan kadrolar ve önder bunu her vesile ile açıklamıştır. Daha 1923’te zaferden 2-3 ay sonra, Mustafa Kemal, “Türkiye Devleti, Devlet-i İktisadiye olacaktır” diyerek bundan sonraki temel amacını öz bir biçimde açıklamıştır. Politik ve askeri zaferlerin ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle tamamlanmadıkları takdirde, devamlı olamayacakları ve bu nedenle ekonomiye birinci derecede önem verilmesi gerektiğini işaret etmekteydi. Atatürk bu konuşmasında “Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil, iktisat ve ilim zaferleri olacaktır” derken iktisadi kalkınmayı, ilmin getirdiği teknolojik ilerlemeyi ve sanayileşmeyi kastetmekteydi. Mustafa Kemal, "İstiklâl-i tam için millî hâkimiyet, iktisadî hâkimiyet ile sağlamlaştırılmalıdır" demek suretiyle iktisadın önemine işaret etmiştir.