(SARIKAMIŞ FACİA MI, DESTAN MI? -2-)
25 Aralık 2017, Pazartesi 10:09Siyasi birliğini geç tamamlayan Almanya ve İtalya’nın, rakip devletleri yakalamak rakiplerinin de aradaki farkı açmak uğruna her şeyi göze aldıkları dönemde; Anadolu’da da yüzyılın en güçlü örgütü İttihat ve Terakki yıllardır süren çalışmalarının meyvesini almak üzereydi. Balkan dağlarında çetecilik yapan, padişah Abdülhamit’e meydan okuyan genç subaylar 1908 yılının temmuz ayında istediklerini almış ve meşrutiyeti ilan ettirmişlerdi. Bir yıl sonra 31 Mart vakasını bahane ederek padişah Abdülhamit’i tahttan indirmiş ve 32 yıldır göz hapsinde bulunan kardeşi Mehmet Reşat’ı başa geçirmişlerdi. İmparatorluğun ipleri artık İttihat ve Terakkinin elindeydi. Bu ipi tek başına elinde tutan adam da, tarihin nasıl yargılaması gerektiğini çözemediği, balkan dağlarının hızlı gerillası halkın hürriyet kahramanı, manken lakaplı Gagavuz Türkü, gözü kara Enver Paşa’ydı.
İttihat ve Terakki, güya özgürlük için iktidarı devralmış ama kısa sürede Abdülhamit’ten daha despot bir yönetim kurmuştu. İttihatçılar henüz imparatorluk yönetmenin ne olduğunu tam anlamadan; önce Trablusgarp sonra da Balkan Savaşı patlak verdi. Balkanlarda 1912 yılının son baharında başlayan savaş, belki de imparatorluğun çöküşünü hızlandıran en önemli olaydı. Savaş başladığında haksızlıklar içerisinde tahttan uzaklaştırılan padişah Sultan Abdülhamit, Selanik’te “Alatini” isimli eski bir konakta hapis tutuluyordu. Tehlike nedeniyle Abdülhamit tekrar İstanbul’a götürülürken ağzından şu sözler döküldü: “Selanik giderse Devlet-i Aliye’de gider.” (Bildiğiniz gibi hem de acılı bir şekilde gitti!..) Osmanlı ordusu savaşta inanılmaz bir yenilgiye uğradı. İmparatorluğun böğrüne bir hançer saplandı, ülkenin kalbi İstanbul’a dayandı. Bulgar ordusu padişahın yaşadığı Dolmabahçe sarayına 50 km ötede çatalca önlerinde zor durduruldu. Son bir atakla eski başkent Edirne geri alındıysa da Balkanlar’da kalan son topraklar elden çıkmış oldu. İmparatorluğun kültür, ekonomi ve siyaset kaynağı Balkanlar artık yoktu. İttihat ve terakkinin en büyük hatası, İkinci Abdülhamit’in yıllardır ayrı tuttuğu kiliseleri birleştirmesiydi.
Yönetimdekilerin, 1.dünya savaşına girmesi kaçınılmaz hale gelmişti. Fransız ihtilalinin beraberinde getirdiği liberalizm ve milliyetçilik akımlarının bir sonucu olarak dünya toplu hisleri 1914 yılında bir çok masum insanın öldüğü savaşta yaşamıştı. 60 milyondan fazla insan bu savaşta birbirinin boğazına sarıldı ve bunlardan 9 milyonu yaşamını yitirmişti. Osmanlı evladının 1 milyonu da bu topraklar için cansız yere düştü.( bu cümleyle beraber kayıp bilançosu monitöre getirilecek) Bir fermanıyla savaş durduran dünyanın patronu Osmanlı artık yaşlanmış bir hastaydı. İmparatorluğun kalbi sayılan balkanların tamamı elden çıkmış büyük bir moral çöküntüsüne sebep olmuştu. Hasta adam kan kaybediyordu. Bu yaşlı imparatorluk şimdi balkanların acısını çıkartmak için savaşa girmeye hazırlanıyordu. Aslında bu savaş, hasta adamın son nefesini vereceği savaştı. Osmanlı gibi bir devlet nasıl oluyordu da böyle bir büyük hata yapmıştı. İşin ehline verilmemesinden dolayı da ondan!.. Enver Paşa, hatasını anlayıp Sultan Abdülhamit’ten akıl istediğinde çok geç kalınmıştı. Abdülhamit, batılı devletleri denge siyasetiyle oyalamış, tam birbirlerine girmesini beklerken, bir oldu-bittiyle tahttan indirilmişti. Onu tahttan indirenler de anlamışlardı, ne kadar büyük bir sultan olduğunu, lakin iş işten geçmiş oluyordu.