ZOBALAK MEKTEBİ
29 Ocak 2019, Salı 09:14Faruk Zeki Perek’in eseri daha önce de yazdığım gibi yakın dönem Aksaray tarihi açısından önemlidir. Eserde “Fetvacı Zade Şükrü Hocanın Mektebi” diğer adıyla “Zobalak Mektebi” başlığı altındaki aktarmak istiyorum. Bugün bu yazıyı ben değil önemli bir bilim adamı olarak değerli eserler veren merhum yazmış oluyor. Bu vesileyle kendisine rahmet okunursa ve ben buna vesile olabilirsem bahtiyar olacağım.
“Mektep dört duvardan ibaretti. Camiler, mescidler gibi duvarları yüksekçe idi. Öğrenciler biraz uzunca tahta rahlelerde otururdu, önlerinde kitap koyacakları, belli yükseklikte, sıralar bulunurdu. Sol taraf kızlar kısmı idi. Hoca giriş kapısının sağında biraz yüksekçe, birkaç basamakla çıkılan genişçe bir bölümün köşesinde minder üstünde oturur, oradan bütün okulu gözetlerdi. Hiç bir bölme olmadığından herkes birbirini görebilir, çocukların sesleri hafif de olsa genel bir uğultu çıkarırdı. Sesler fazla yükselecek olursa hoca sert ihtarda bulunurdu. Hocanın sağ tarafında duvar boyunca iri ve uzun bir sırık duvara yerleştirilmiş özel L şeklindeki kazıklar üstünde dururdu. Fazla ses çıkaran, yaramazlık yapanlar olursa, hoca sırığın yakın ucuna basarak öbür tarafını kaldırır, yaramazların tepe-sine münasip kuvvette indirirdi. Çocuklar da süratle eğilirler, kafalarını korurlardı. Hocanın sağındaki sıralarda en ileri seviyede çocuklar otururdu, ondan sonraki sıralarda seviyeler derece derece düşerdi. Her talebe sıra ile hocanın önüne gelir dersini okurdu. Yazı dersi ve eğitimi yoktu, yazı tahtası bulunmazdı. Tek amaç Kur'an okumasını ve dinin temellerini öğrenmekti. Yetişkin çocukların hoca mahfelinin bir kenarında ayakta durup dinin temelleri ile ilgili sorulara basmakalıp cevaplar verdiği olurdu.
En büyük ceza falaka idi. Falaka, kalınca, bir iki karışlık iki sopaya bağlı yine kalınca bir ipti. Suçlu veya çok tembel çocuk sırt üstü yatırılır bacaklarına bu kalınca ip sımsıkı sarılır ve tabanına sert bir sopa ile vurulurdu. Çocuk feryat eder, böylece cezasını çekmiş olurdu. Kızlar için el falakası bulunurmuş. Daha kısa bir sopaya bağlı kızın el bilekleri sarılır, ve eller yukarı doğru sımsıkı tutularak avuçlan üzerine bir sopa ile şiddetle vurulurmuş. Dersler şüphesiz (Elifba-Alfabe) den başlardı. Amaç Kur'an okumak olduğu için Arap alfabesi okunurdu. Sonra derece derece Kur'an okumaya doğru ilerlenirdi. Ayrıca Türkçe dersi yoktu. Bütün bu çağ, eğitimde bu ruh hâkimdi. Bu dünya-da yetişmiş yaşlıca bir zatın, yeni okullar ve dersler söz konusu olduğu zaman "Arabiden başka okunacak ne var ki? Türkçe neymiş" diye hayret ifade ettiğini hatırlarım. O çağların havasını hafifçe ifade için Alfabe'ye (Elifba'ya) başlama derslerini kısaca ifade etmek faydalı olur.
Elif değnek gibi... B börek gibi... T ona benzer! Cim karnı yarık... Ha (H) ona benzer! Sad deve dudaklı, Dad ona benzer!
Burada kısaca Arapça alfabenin ilk harfi (elifin) değnek (sopa) şeklinde, B ve T nin börek şeklinde, C ve H nın karnı yarık, Sad ve Dad denen arap harflerinin deve dudaklarına benzediği ifade edilmiştir. Çocukların öğrenmesini kolaylaştırmak için ilginç bir metoddur. Çocuklar bu benzetmeleri toplu bir halde de okurlar ve derslerine çalışmış olurlardı. Alfabe'yi öğrendikten sonra okumaya geçilir, Kur'an'ın kısa sureleri okunur ve ezberlenirdi. Modern ilim hayatına ve Türkçe konularına götüren yeni okullar bu tür eğitime son vermek için hazırlanmış, mahalle mekteplerinin ve medreselerin yerini almıştır.
Örnek olarak anlatmaya çalıştığımız Zobalak Mektebi özel bir okul gibi idi, yani devletin bu tür okullarla ilgisi ve murakabesi yoktu. Hoca devletten maaş almaz, öğrencilerin her perşembe getirdikleri ufak paralarla geçinirdi. Her öğrenci hafta sonu olan perşembe günleri kendi takdirine göre ufak bir demir para getirir, özel kutuya atardı. Hocanın iradı bundan ibaretti. O devirde hafta tatili, İslam geleneğine göre, cuma günleri olduğu için perşembe hafta sonu sayılırdı. Bu geleneğin Hz. Peygamber zamanında Mescid-i Nebevi de barınan ve Ehl-i Suffe denen yoksullara verilen özel derslerin devamı olduğu düşünülebilir. Hz. Peygamber bu derslere karşılık para alınmasını yasaklamıştı. Ancak hediye alınabilirdi. Bütün mahalle mektepleri sisteminin bu Ehl-i Suffe derslerinin devamı olduğu tahmin edilebilir. Çocukların getirdiği "perşembelikler" gönülden hediye sayılmıştır.
Zobalaklı çocuklar okula azıklarıyla gelirdi. Derslere ara verip dışarıya çıktıkları zaman, öğle aralığında sokakta veya ırmak kenarında bir yerde oturur azıklarını yerlerdi. Okulun özel bir avlusu, çocukların serbest dolaşacağı, oynaya-cağı bir yeri yoktu. Okuldan çıkınca çocuklar sokağa ve ırmak kenarına dağılırlardı. Okulun orta yerinde bir boşluk vardı. Çocukların içecekleri su bu boşlukta bir küp içinde bulunurdu, küp yetişkin öğrenciler tarafından yakın çeşmeden getirilen su ile doldurulurdu. Küpün yanında taslar bulunur, öğrenciler bunlarla su içerdi. Yalnız su içmenin edebi, usulü vardı. Tası doldurunca besmele çekilir ve oturarak veya çömelerek kıbleye dönülür ve içilirdi. Ayakta su içmek caiz değildi. Besmeleli su pis olamayacağı için taslarda kalmış artık su dökülmez sonra gelen tarafından içilirdi. Okula ilk gelen küçük yaştaki çocukların (Sübyan Mektepleri) adıyla yine bu tür okullara gittiği ve bu çocukların yerde postlar üzerine oturduğu rivayeti de var. Biraz ilerledikten sonra Mahalle mektebi derslerine başlarlarmış. Yine bir rivayete göre belli bir seviyeye gelen çocuklara "Haza destur hafız efendi Sen alem (alim)" şeklinde bir belge de verilirmiş. Belgeyi alan da takdirine göre biraz para verirmiş. "Sen alem-alim" ifadesi de buna işaretmiş”.