EĞİTİMCE RÖPORTAJ -10-
5 Şubat 2022 / AksarayAksaray’dan 54 yaşında mesleğine sevgiyle devam eden sınıf öğretmenimiz Asuman Bülbül (AB) ile eğitim ve eğitim hayatı üzerine röportaj (*)
SY: Asuman öğretmenim öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
AB: Ben Asuman Bülbül, 4 Eylül 1968 Aksaray Ortaköy doğumluyum. Evliyim, iki çocuk annesiyim. Otuz beş yıldır öğretmenlik yapıyorum.
SY: Sırasıyla eğitim hayatınızdan, okula başlamanız ve okuma şartlarınızdan bahseder misiniz?
AB: İlkokula Ortaköy Cumhuriyet İlkokulunda başladım. Babam ziraat teknisyeni, annem öğretmendi. Ben beş yaşındayken, Ortaköy’de bakıcı bulunmadığından annem okula giderken beni de yanında götürürmüş. Birinci sınıfa oturtmuşlar, birinci dönemin sonunda sınıfta ilk okuma ve yazmayı ilk öğrenen çocuk ben olmuşum. Öğretmen anneme bu çocuk okuma, yazmayı biliyor, bunu okula kaydedelim, demiş. Bu nedenle okula erken yaşta başlamış oldum. İlk öğretmenimin adı Abdullah Gökkaya idi. Çok değerli, çok sevdiğim iyi bir öğretmenimdir. Kendisiyle hala görüşürüz. Ortaköy’deki okulumuz o dönemin şartlarında çok güzel sosyal etkinlikler, müsamereler, gösteriler, müzik koroları hazırlayıp, sunarlardı. Okul gecelerinde velilere gösteri yapılırdı. Küçük yaşta olmama rağmen bana da önde rol verirlerdi. Bunca zaman geçti hala onları unutamam. Sınıfımızda o zamanlar dergi alınırdı. Yirmi yedi öğrenci varsa, sonradan nakil gelen öğrenciler nedeniyle dergi yetmezdi. Öğretmenimin kızı da bizim sınıftaydı. Her dergi dağıtıldığında benimle öğretmenimin çocuğuna kalmazdı. Dergi benim hakkımdı, ama sonradan nakil gelenlere verilirdi. Sanırım biz öğretmen çocuğuyuz, nasıl olsa ebeveynimiz temin edebilir diye düşünülürdü. Dördüncü sınıfta annemin tayini nedeniyle Ortaköy’den Aksaray’a geldik ve Zafer İlkokulunda devam ettim. Burada istediğim ortamı, iklimi yakalayamadım. Geldiğimde öğretmenimin sınıfta yalnız seçilmiş ailelerin gözde çocukları ilgilendiğini gördüm, ayrım yaptığını hissettim. Birkaç çocuğu kurtarıyorsunuz ama diğer taraftaki çocukların dimağlarına zarar veriyorsunuz. Hala o günkü gördüğüm ayrımcılığı unutamam!
SY: Sanırım öğretmenin o davranışı size büyük bir ölçü olmuş olmalı, sizde sınıf ayrımcılığı yoktur.
AB: Bu bana bir öğretmen olarak bir ölçü oldu. Meslek hayatımda ayrıcalıklı öğrencim ve velim olmadı. Sınıf farkı oluşturmadan her öğrencime aynı eşitlikte davrandım. Okulumuzun rehber öğretmeni; “Asuman bazen veliler gelir, öğretmenlerden ufak tefek yakınmaları olur, ama seninle ilgili öğrenciler arasında hiç ayrım yapmadığını söylerler, seni bu yüzden takdir ederler”, derdi. Velinin mesleği, sosyal statüsüyle ilgilenmem. Sosyo-ekonomik anlamda kimseye çaktırmadan durumu iyi olanlardan kötü olanlara dengeyi sağlarım, gizli bir dayanışma olur. Ta ki durumu iyi olmayan çocuklar incinmesin, kendilerini ezik hissetmesinler. Bundan kimsenin haberi olmazdı.
SY: Ortaokul ve lise yıllarınızdan bahsedelim.
AB: Ortaokulda Kılıçaslan Ortaokuluna gittim. Bu okulda yıllar sonrada görev yaptım. O tarihte iki ortaokul vardı; birisi Kılıçaslan, diğeri Gazipaşa Ortaokulu idi. İkincisi bizim eve uzaktı. Kılıçaslan Ortaokulun oturmuş, tarihi bir kimliği vardı. Öğretmenleri, disiplini, eğitimi yönüyle oldukça başarılı ve iddialı bir okuldu. Okulun eğitim kültüründe bu vardı. Oraya atanan öğretmenler de gördüğü bu kültürü elden ele devam ettirdi. Çevre illere mevcut imkânlarla yapılan okul gezileri unutamam. Burada iyi bir eğitim aldığımı söyleyebilirim. Liseye, Aksaray Lisesinde devam ettim. Yaşımın küçük olması, okula erken başlamanın burada beni zorladı. Şu an sorsalar; “Çocuk okula bir yaş büyük gitsin, ama bir yaş küçük gitmesin”, derim. Fizik dersinden çok zorlanıyordum. Biraz da öğretmenimiz Karadeniz şivesiyle konuşurdu. Bazen anlayamaz, akranlarımızla konuşması komiğimize gider, konunun özünü kaçırırdık. Çoğu zaman boş kâğıt vermek zorunda kalıyorduk. Öğrenci psikolojisi, zaten anlamıyoruz diye pes edip, havlu atıyorduk.
SY: Üniversitede hangi yıl ve nereye gittiniz?
AB: 1985 yılında Üniversiteye Gazi Üniversitesine bağlı Kastamonu Eğitim Yüksek Okulunda gittim. İki yıllıktı. Yurda gittim, on dört kişilik bir oda. Kızlar, bu okulda bir fizik dersi ve fizikçi var kimse iki yılda mezun olamıyor, üçüncü yıla kalıyor, dediler.
SY: Yine bir fizikçiyle karşılaştınız.
AB: Evet. Kızlar herkes bu dersten üçüncü yıla kalıyor, dediler. Duygusal olgunluğa inanan biriyim. Ben buraya okumaya geldim, fizikten geçemezsem ne yapacağım, dedim. Atılırken ağlayanları da görmüştüm. O kadar güzel bir fizik öğretmenine den geldim ki, fiziği bana sevdirdi. Ben kendi kendimi ikna edip, bu dersi öğrenmem gerek diye zihnime kodlamıştım. Öyle sıkı çalışmışım, öyle güzel anlamışım ki, finallere doğru arkadaşlara fizik dersini ben çalıştırıyorum. Öğretmen kolaydan zora tane tane anlatırdı, derste adeta bizi çözümlerde gezdiriyordu. Şunu gördüm, aslında bir dersi sevmede öğretmen çok önemli bir unsur.
SY: Eğitim Yüksek Okulunu üç yıla çıkarmadınız değil mi?
AB: Hayır. Söylenenlerin, önyargıların aksine iki yılda mezun oldum. Belki de bana iyilik yaptılar. Bilinçlenmemi sağlamışlar.
SY: Sizi öğretmen olmaya ve Eğitim Yüksek Okuluna sevk eden unsur neydi?
AB: Burada babamın etkisi çok oldu. Ben psikoloji, arkeoloji falan okumak isterdim. Ama bu mesleklerin mahiyeti o zaman çok bilinmezdi. Babam kendisi köyden gelip, Koçaş’ta okuduğundan dolayı çocuklarını da okutmak istiyor. Biz dört kız kardeşiz. Üçümüz öğretmen birimiz eczacı. Babam kız çocukları için öğretmenlik mesleğinin çok güzel bir meslek olduğunu düşünürdü. O tarihte herkes en yakın çevresinde gördüğü mesleğe özendirilirdi. Şimdiki insanlar meslek seçiminde daha bilinçli. Babamın yönlendirmesi ile öğretmen oldum. Şimdi çok memnunum. Çevremizde ilk okuyanlar bizlerdik. Babama çevredekiler dayı derlerdi. Dayının tüm çocukları okudu derlerdi. Kendi çocuklarına bizi örnek gösterirlermiş. Babamın kitapçı bir arkadaşı vardı. Babam bize buradan istediğiniz kitabı alabilirsiniz, diye teşvik ederdi. Kendime ve kişiliğime her türlü katkıyı kitap okumakta buldum. Kitapevinde olmayan kitapları sipariş verir, geldiğinde okuyup, başka birini sipariş verirdim. Öğretmenlerim bir kitaptan mı bahsetti, hemen not alır, kitapçıya gider, onu getirtirdim. Babam bize o fırsatı sağlamıştı. Psikoloji kitaplarını, Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarını sipariş olarak getirtip, ta lisedeyken okumuştum. Annemle gezmeye gittiğimizde, evin kitaplığı varsa, ben bir roman kitabı seçer, annemler sohbetlerini bitirip, kalkana kadar o kitabı bitirirdim. Kendimde olgunlaştığımı gördüm, hayata bakış açımın, insanlarla ilişkilerimin değiştirdiğini gördüm. Psikolojiye ilgi duymam çocuklarla iletişimimi güçlendirdi. O nedenle okulda öğrencilerime de kitabı sevdirmeye çalıştım, bol bol kitap okutturdum. Her kitap başka bir dünya, o alışkanlığı bir kazanan bırakamaz.
SY: Kastamonu ve okul ortamınız nasıldı?
AB: Kastamonu küçük bir yerdi. Amacımız okumaktı. Şehri gezelim görelim gibi derdimiz yoktu. Merkezde yalnız bizim meslek yüksek okulu vardı. Okulun bahçesinde yurtlar vardı. Biz on dört kız aynı odada kalırdık. O zamanki şartlar böyleydi ama hiç şikâyetimiz olmazdı. Okulumuz disiplinliydi, yönetim kadrosu öğretmen okulu mezunuydu, beşten sonra kimse dışarıda kalamazdı. Siz öğretmen olup köye gideceksiniz, gittiğiniz yere uyum sağlamak zorundasınız diye pantolon giymek yasaktı. Tıpkı yatılı okul gibiydi.
SY: Okuldanmezun oldunuz, nereye atandınız?
AB: Okuldan 1987 yılında mezun oldum. Öğretmen yeterlilik sınavına ilk girenlerdenim. Sınav bir tek Ankara’da yapılıyordu. Babam beni bu sınava götürdü. Ama beni sınıfıma, sırama kadar götürmek istiyor. Normalde velileri içeri almıyorlar. Ben üniversiteyi bitirmişim, sınava giren diğer adaylara, üniversiteli arkadaşlarıma babasıyla sınava giriyor dedirtmek, mahcup olmak istemiyorum. Babama eğer benimle binanın içerisine girersen ben bu sınava girmeyeceğim dedim. Babam anladı, geri döndü ama beş dakika sonra bir baktım, babam ne yapıp etmiş binaya girmiş kafasını uzatmış bana bakıyor. Bu anımı unutamam. Sınav sonucunu nişanlısı da atama bekleyen komşumuzun oğlu bildirdi. Kendi nişanlısının yedekte kaldığını, benim atandığımı söyledi. Şanlıurfa Suruç ilçesine tayinim çıktı. Babamla göreve başlamak için Suruç’a gittik. Merkezi bir okulda göreve başlama yazısı yazıldı. Kalacak yer yok, otel yok, öğretmenevi yok, kiralık ev yok. Müdürümüz hem ailesi kalabalık, bizim gibi o kadar çok öğretmenler gelip gitmiş, bize ev bulana kadar buyurun kalın demiyor. Okul müdürü burada bir teyze var, evini kiraya veriyor, sizi görüştüreyim dedi. O gece babam yanımda olduğu için Tarım ilçe müdürlüğündeki birinin evinde kaldık. Ertesi gün teyzeyle gidip tanıştık, evinde kalmaya başladım. Teyze temiz, titiz, görmüş geçirmiş biriydi. Ailecek böyleydiler. Kalacak yer bulmam iyi oldu, bir sene kaldım. Ama yaşlı biriyle kalmanın zorlukları vardı. Teyzenin kendine has kuralları vardı, biraz işi ticarete dökmüştü, maaşımın neredeyse üçte ikisini veriyordum. Ev işlerine yardım ediyorum, yaşım küçük olduğundan misafirlerine bile ben hizmet ediyordum. Bir süre sonra benim midem ağrımaya başladı. Annemlere telefon ettim, ben burada artık kalamayacağım dedim. Allah razı olsun, bilmediğimiz bir çevrede bize sahip çıktılar. Sonra dört kız arkadaşla bir evde kaldık. Ev ile ilgili şartları yetersizdi. Ama güvenli bir yerdi. Gece on bir de bile gezmeye gidip, gelebilirdiniz. Biz stajyer olmamıza rağmen birinci sınıfı verdiler. Üniversitede de yalnızca on beş gün staj yapmışız. Babam sorumluluk duygusu vermiş bize, okulda ikili eğitim var, eğer öğleciysem sabah tecrübeli bir öğretmenin dersine girip, ondan öğrendiğimi öğleden sonra kendi sınıfıma öğretiyorum. Birkaç ay böyle bir sistem uyguladım.
SY: Şimdi Eğitim Fakültelerinde okulda geçirilen süre uzun. Bir dönem okul deneyimi dersi alıyorlar. Okulda öğretmeni, öğrencileri, eğitim işleyişini gözlemliyor. İkinci dönem öğretmenlik uygulaması dersi alıyorlar. Bu dönemde de rehber öğretmenin nezaretinde derslere, sınavlara, etkinliklere girip, öğretmenliğe dair tüm egzersizleri yapıyorlar. Hatta bir ara bakanlıkta üç döneme çıkarılma söz konusu olmuştu.
AB: Öyle mi, çok güzel! Süreyi uzatmaları çok doğru olmuş. Ben kendi el yordamımla bir sistem geliştirmek durumunda kalmıştım. Suruç’u çok sevmiştim.
SY: Suruç’tan sonraki görev yeriniz neresiydi?
AB: Suruç’ta bir ve ikinci sınıfı okuttuktan sonra eş durumundan Diyarbakır Dicle ilçesine gittim. Eşim Kralkızı Barajında çalışıyor, lojmanda kalıyorduk. Gittiğim okullarda idareci ve öğretmen arkadaşlarımızdan yana hiçbir zorluk görmedim. Dicle’nin biraz mahrumiyeti vardı. Ama şikâyet etme duygumuz yoktu. Kasap, manav, kırtasiye ile ilgili ihtiyaçları Diyarbakır’da karşılıyorduk. Okul ve lojman arkadaşlarımız iyiydi. Çocuklar Türkçeyi bilmiyordu ama doğal seyrinde kolayca öğreniyorlardı. Yalnız tam öğrenme dönemindeki çocuklara çok yakın olduğunuzdan bit vesaire riskimiz de yok değildi.
SY: Dicle’de kaç yıl kaldınız, sonrasında nereye atandınız?
AB: Dicle’de üç yıl kalmıştık. Önce eşim sonra eş durumundan ben Aksaray’a yeni mahalleye geldim. Burada birleştirilmiş sınıflar vardı. Mesela ben üçüncü ve dördüncü sınıfları eş zamanlı okuttum. Sanırım sınıf mevcudu on yedi öğrenciden oluşuyordu. Bazen Doğuda şartlardan şikâyet edilir ama yıllar sonra yanı başımızdaki bizim köy okulu hala birleştirilmiş sınıftı. Üçüncü sınıfın dersinden sonra ödevini verir, dördüncü sınıfın dersine başlarsınız. Bilinçli öğretim yaptığımı düşünmüyorum. Tecrübeniz böyle bir sisteme yetmiyor. Pek beğendiğim bir durum değildi ama öğrenci açısından bakıldığında, biraz zeki olanlar üst sınıfın derslerini de öğrenebiliyordu. Tek avantajı çocuklar oldukça saygılıydı. Oradan mezun olan bir kız öğrencim yıllar sonra Konya’dan bana mektup yazmıştı. Bize örnek olduğunuz, ufkumuzu açıp, hayatımıza dokunduğunuz, okumamıza destek olduğunuz için teşekkür ederiz, diye. Aradan otuz yıl geçmiş. Dicle’den mezun olan bir öğrencim sosyal medyadan beni bulmuş. Öğretmenim ben Aydın Üniversitesi Güneydoğu sorumlusu oldum, dedi. Hepsi denizyıldızı, herkes özel benim için, kimseyi ihmal etmemek gerekiyor, ummadığınız çocuklar umulmadık zamanda size ulaşabiliyor. Atılan tohum, verilen emek boşta kalmıyor. Böyle pek çok öğrencimiz ulaşıp, özel günlerimizi kutluyorlar. Vefaları sizi mutlu ediyor.
SY: Bu arada özel bir soru sorayım. Eşiniz İbrahim Beyle nasıl tanıştınız?
AB: İbrahim Bey Dicle’de ben ise Suruç’ta çalışıyordum. İbrahim’in ağabeyi babamla hem Koçaş’tan arkadaş hem de daireden mesai arkadaşıydı. Önerlerle tanıştık.
SY: Yeni mahallede kaç yıl çalıştınız? Sonrasında hangi okula geldiniz?
AB: Üç yıl çalıştım.Sonra, Laleli Mahallesindeki Yunus Emre’ye geldim. Üç yıl da orada çalıştım. Sonra Kılıçaslan İlkokuluna geldim. Kılıçaslan’da emekliliğe kadar devam ettim. En az dört dönem mezun verdim. Kılıçaslan’ın eğitim kültürü iyiydi. Çok zevkle grev yaptığım bir okuldu. Sosyal aktiviteleri vardı. Törenlerimizde öğrencilerimiz sahne alırdı. Hatta size teşekkür ederiz. Dekanlığınız döneminde Matematikte okuyan Ayça Karataş öğrencimizi bize yönlendirdiniz. Çok değerli bir insandı. Öğrencilerimizle drama ve tiyatro etkinlikleri yaptılar. İçine kapanık, sessiz öğrencilerimizin açılmasına çok katkı verdi. Bilim merkezine, Anıtkabire gezilerimiz olurdu, hep yanımızdaydı. Şimdi Şanlıurfa’da öğretmen olmuş, onun adına çok sevindim. Kendisine teşekkür ederiz. Sosyal etkinlikler çocuğun gelişiminde çok önemlidir. Bu tür kazanımlar da ailede başlıyor. Sizi takip ediyorum, çocuklarınızla sosyal ve sanatsal etkinlik anlamında yakından ilgileniyorsunuz. Kutluyorum sizi.
SY: Teşekkür ederiz hocam. Eğitimci olmanız hasebiyle hem kendi çocuğunuzla hem de yakın çevrenizle ilgilenmek zorundasınız. Örneğin, üniversitede sanatsal kültürün oluşması için Müzik ve Resim-iş Öğretmenliği bölümünü kurup, aktif hale getirdim. Ta ki diğer öğrenciler de istifade etsin, akademik yönünün yanında sanatsal bir edinim de sağlasın. Aksaray henüz istediğimiz seviyeye gelmedi. Henüz bir konservatuarı yok. Biz de çocukların sanat eğitiminde zorluklar çekiyoruz. Evet, dünya çapında yarışmalara katılıyor, ödül alıyor, uluslararası yapılan müzik sınavlarında derece sağlıyoruz ama buranın şartlarında eğitimci bulamıyoruz. Belli bir yerden sonra ihtiyacınıza cevap veremiyor. Ama şu var bir müzik kültürü yerleştirdik. Çocukların başarısını görenler, kendi çocukları için bilgi alıyorlar, bir yerden onlar da başlıyorlar. Bir de Bilim Sanat Merkezinin özel yetenek seçmeleri çok anlamsız. Yetenekli çocuklar tarama sınavlarını aşamadığından giremiyor, tarama sınavlarını geçenlerin ise özel yetenek başarısı yetersiz. Bu handikabı Milli Eğitim Bakanına bizzat ilettim ama değişmedi. Diğer bir husus hem ailemde hem de çevremde çocuklar kendilerini iyi ifade edebilsinler, dağarcıklarını geliştirebilsinler diye her seviyede kitaplar getirtip, okuma kültürünü yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Bunlara öncülük etmek doğal ödevimiz.
AB: Gerçekten güzel işler yapıyorsunuz. Kılıçaslan ilkokulunda Sedat Aslan hocamızın çalıştırdığı müzik korosu da vardı. Bizlerin de katıldığı Ankara’daki korolar şenliğinde dereceler aldılar. Sonrasında bu etkinlikler zamanla azıldı.
SY: Okuldaki eğitimcilik rolü, evdeki annelik rolü ve ev işleriniz. Bunlar yorucu oluyor mu?
AB: Dicle’de çalışırken biraz zorluk yaşadım. İlk oğlum orada doğdu. Bakıcı bulmakta zorlandık. Zoraki bir genç kız bulduk. O da biz evden çıkınca geçip telefonun başına her yeri arıyormuş. Kendine arkadaş bulmaya çalışıyormuş. Çocuğa sadece bekçilik yapıyordu. Kabarık telefon faturaları gelirdi. Ama başka çaremiz yok, bakacak kimse yok. Aksaray’a gelince ikinci oğlumuz da oldu. Kreşe ve biraz büyünce anaokuluna verdik. İbrahim’in işleri yoğundu. Sabah çıkar akşam gelirdi. Hatta genç dönemde akşam mesaisi bitince büroya gider, çalışırdı. Alışverişe, faturalara kadar kendim koşturuyordum. Benim elim biraz daha pratikti, çok hareketliydim, çocukken de böyleydim. Yemeğimi de yapardım, çocuklara da bakardım, dışarı işlerine de koştururdum, sosyal etkinliklere de katılırdım. Herkes halinden memnundu. Eğitimci anne olmanın faydası vardı. Büyük oğlumda hiçbir sorunumuz olmadı, ama küçük oğlumu gözetimimizde olsun diye kendi okuluma almıştım. Ben bir arkadaşın kız çocuğunu okutuyordum, o da benim oğlumu. Çocuk bir dönem huysuzlandı. Öğretmen beni dövüyor derdi. Biz de konduramadık, çok sessiz bir öğretmendi, o öğretmen onu yapmaz senin bir hatan vardır dedik. Maalesef bilememişiz, öğretmen ailevi problemler yaşıyormuş ve bunu okuldaki çocuklara yansıtıyormuş. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş misali bunu geç fark etmiştik. Tüm sınıfı dövüyormuş. Aynı ortamdayız fark edemedik. Hala küçük oğlumda bunun etkilerini görmek mümkündür. Tekrar okulu, öğretmenleri sevdirene kadar akla karayı seçtik. Hala, kızı ve eşi beni ararlar, katkılarımdan dolayı bana dua ederler. Kötü bir tecrübe olmuştu bize. Mesleğimiz öğretmenlik de olsa çocukların hayatında kaçırdığımız şeyler oluyor. Bu yine bize ölçü olmuştu. Kendi çocuğumuzun yaşadığı şeyleri başkasına yaşatmadık.
SY: Eşiniz İbrahim Beyin desteği oluyor muydu?
AB: İbrahim’in ev işleyişine çok bir katkısı olamazdı. Büyük çocuğumuz sorumluluğa sahipti. Biz küçük çocuğumuzu da öyle olur diye düşünmüştük. Meğer öyle değilmiş, öğretmenin özel problemleri nedeniyle altyapısı yetersiz kalmış. Öğretmen kökenli olmayınca İbrahim’le asla ders çalışamazlardı. Ama dünyaya gelsem yine İbrahim ile evlenirim. Dünyaya gelsem yine öğretmen olurum. Hayat arkadaşım. Gençken insan bir şeylerin farkında olmuyor da yaş ilerleyince daha fazla ihtiyaç duyuyor, biri birinize yetiyorsunuz. Ben ondan memnunum, umarım o da benden memnundur.
SY: Çocuklarınızdan bahseder misiniz? Nerede okudular, ne iş yapıyorlar?
AB: İki oğlum var. Büyük oğlum İzmir Ekonomi Üniversitesinde okudu. Küçük oğlum yarı burslu Başçeşehir Üniversitesinde son sınıfta okuyor. İkisi de endüstri mühendisi. Büyük oğlum İstanbul’da Amerikan Bankası JP Morgan’da çalışıyor.
SY: Genç öğretmen ve öğretmen adaylarına neler önerirsiniz?
AB: Bir yerde okumuştum. İşinden para kazanamıyorsan ya işin iyi değildir, ya da sen işini iyi yapmıyorsundur, diyordu. Beş yıl önce emekli oldum. Özel okulundan davet aldım. Orada öğretmenliğe severek devam ediyorum. Siz başarılı olursanız, sizi arayıp buluyorlar. Sevginin açamadığı kapı yoktur. Çocuklara dokunabilmek önemlidir. Bu meslekte vicdanı işletmek gerekir. Çocuğu iyi anlamak gerekir. Neyi ne kadar öğrettiğiniz değil, onların ruhlarında açmadığınız hasarlar, kendilerine olan güvenleri daha önemlidir. Örneğin, her çocukta matematik ön yargısı vardır. Ön yargıyı oluşturmadan matematiği sevdirmeyi bilmeliyiz. Çocuk zaman içinde eksiklerini telafi edebilir. Zaten velilerimizden de çocukların ilerleyen sürede açıldıklarına dair geri bildirimler alıyoruz. Atanan öğretmenler bile bazen yerini beğenmiyorlar. Özverili olmak lazım, görevlerin hakkını vermek lazım, öğrencilerle ilgili olmak çok şey kazandırır size. Şimdiki öğretmenler bize göre daha avantajlı, teknolojiyi kullanmada daha iyiler, ama bazılarının mesleği icra ederken adaptasyonları, duyarlılıkları yetersiz kalıyor. Biraz kişilik meselesi, kişiliği öğretmenliğine de yansıyor. Sanırım öğretmenlikte veya diğer mesleklerde iş ahlakı yerleşmeli, etik kavramlar oturmalı, vicdan duygusu işlemelidir. Mesleği zaman içinde yaşayarak öğreniyor insan. İyi ki bu mesleği seçmişim, dünyaya bugün yine gelsem bu mesleği yine seçerdim. Çocuklarla uğraşmak bana büyük bir enerji veriyor. Dünyadaki onca boş şeylerle uğraşmaktansa, her çocuğa bir şey öğrettiğimde, hayatına dokunduğumda mutlu oluyorum.
SY: Bugün, deseler ki; Asuman öğretmenim ülkenin yönetimini size veriyoruz, neleri değiştirmek iterdiniz?
AB: Öğretmen olduğum için öncelikle Milli Eğitim Bakanı gibi düşüneyim. Anaokullarına giden çocukların ilkokula başladığında çak farklı olduğunu, düşünme becerisi ve sorumluluk duygusunda daha başarılı olduğunu görüyorum. Anaokulu kavramı tüm ülkede yaygınlaşmalı, hatta en az iki yıl olmalıdır. Anneleri eğitmeliyiz, anne eğitimli olması, eğitimi etkiler. İlkokulun çocuk gelişimi açısından, somut düşünmeden soyuta geçerken oturmadan geçildiğinden yeniden beş yıla çıkarılmasını sağlardım. Öğretmenlerin kafasında geçim sıkıntısı olmamalı. Bir kitabı alacağı, sinemaya, tiyatroya gideceği zaman cüzdanının yetersizliğini düşünmemeli. Yurtdışındaki öğretmen bilgisini görgüsünü artırmak için rahatlıkla yurtdışına çıkabiliyorsa, bizim öğretmenimiz de yurtdışına çıkabilmelidir. Bundan sonra da zor çıkabilecek gibi. O dedenle maaşlarının makul seviyede olmasını sağlardım. Atanamayan öğretmen problemi olduğundan öğretmen alımlarında bir planlama yapılmalıdır. Her şehirde üniversite açılması bana göre niteliği de atanma şansını da etkilemiştir. Mesleki alanlara, meslek liselerine yönlendirme yapılmalıdır. Öğrenciler ilgisine göre doğrudan mesleğe hazırlanmalıdır. Üniversiteye gidip, işsiz kalmak gençleri daha çok etkiliyor. Gençlerin hayalleriyle, hayatlarıyla oynamamak gerekir. Hem atanamayan öğretmenler açısından, hem de bazen meslekle ilgisi olmayan isimlerin görevlendirmesi açısından ücretli öğretmenlik pozisyonunu doğru bulmuyorum. Okullarda atölyeler kurulmasını, drama, tiyatro, sanat, kültür, spor, folklor ağırlıklı etkinlikler oluşturulması, ilgili kulüplerin aktif olması gerekir. Çocukları bu kadar etütlerle bunaltmamak lazımdır.
SY: Asuman öğretmenim, eğitime renk kattığınız ve güzel anılarınızı bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.
AB: Anılarımızın canlandığı güzel bir sohbet oldu. Biz teşekkür ederiz.
-----------------------------------
(*) Röportaj: Prof. Dr. Süleyman Yılmaz, ASÜ Eğitim Fakültesi
Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!
BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.