ABAYLAR
Aksaray
01 July, 2025, Tuesday
  • DOLAR
    32.02
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2419.0
  • BIST
    9618.83
  • BTC
    69294.62$

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA VERDİĞİMİZ KAYIPLAR VE AYNI DÖNEMDE ÜLKEMİZİN SOSYO-EKONOMİK DURUMU (4)

30 January 2024, Tuesday 09:04

İttihat ve Terakki'nin yurt çapında takip ettiği milli iktisat politikası ve bunun sonucu olarak Türklerin ekonomide paylarının  artması, Gayrimüslimleri son derece rahatsız ediyordu. Özellikle İzmir'de Vali Rahmi Bey'in bu konudaki çalışmaları, İzmir Millet Vekili Rum Karolidi Efendi tarafından Meclis-i Mebusan'da dile getirilmişti. Karolidi Efendi Gayrimüslimlerin "kadim hakkı ticaret, sanayi işlerini Türklerin ele almasının Kanun-i Esasi'ye aykırı" olduğunu söyleyerek, sert bir dille İttihat ve Terakki'yi eleştirmiştir. Konuyla ilgili 21 Aralık 1913 çarşamba günü Meclis-i Mebusan'da Karolidi Efendi'nin söyledikleri,  ilginç olduğu kadar, ibret vericidir. Bu sebeple, oturumdaki gelişmeleri,  Prof. Dr. R. Sevig tarafından Hakimiyet-i Milliye'de yayınlanan İzmir Mebusu Sait Bey'in ağzından nakletmek istiyoruz:

21 Aralık 1913 Çarşamba.

        Bu gün ruzname (gündem) çok ağırdı. Riyaset divanı olarak gündem dışı konuşmaların tehirini isteyecektik. Celse açılınca, benim gibi İzmir mebusu olan Rum Karolidi Efendi'nin ısrarla söz istediği görüldü: Kürsiye gelen Karolidi Efendi, evvela, sadece İzmir'in değil, bütün Ege'nin Rum-Ermeni-Musevi terkibi üzerinde durdu, daha sonra sözü sadece kendi ırkdaşlarına, yani Rumlara döndürdü ve şu pervasız suali sordu:

- Efendiler !...İzmir'i görenleriniz bilir görmeyenlerinizin görmesini tavsive ederim. Çünkü  benim anlatacaklarımı, İzmir'i tanımadan hakikat olarak kabul etmek güçtür.

                Bilhassa ben, İzmir mebusu olarak dikkat kesilmiştim. Karolidi Efendi şöyle devam etti:

- İzmir ve hatta bütün Ege, bir Rum-Ermeni-Musevi-Türk terkibidir ve asırlardan beri buranın sekenesi(sakinleri,oturanları), aralarında vazife taksimi yapmış olarak hayatlarını sürdürmektedirler. Bugünkü siyasi iktidar fırkasının İzmir teşkilatı ve bilhassa başındaki zat, bu müessesenin eskiden kurulmuş yaşama tarzını  bozmakta, bilhassa Rumların  elinden ticari, sınai, iktisadi işlerini almakta, ırkdaşları Türklere tahsis etmektedir Rum - Ermenilerin muvaffakiyetle yürüttükleri şimendiferleri de kendi ırkdaşlarına tahsis için bir şimendifer mektebi açmıştır. Kooperatifler kurarak, Rum-Ermeni tüccarların  müstahsil(üretici) ile münasebetini kesmek istemektedir. Bütün bu teşebbüsler, Devlet-i Osmaniye'nin teşkilatının  bünyesini öylesine rahnedar edecektir ki(bozacaktır ki), Kanun-u Esasi ile teminat altındaki kadim haklar payimal (ayaklar altına alınmış) olacak ve açık söylüyorum ki efendiler müdafaa-i nefis devri başlayacaktır. Bu da huzur ve asayişin olduğu kadar, memleketin iktisadi ve ticari izmihlaline yol açacaktır. İzmir mebusu olarak bu tehlikeyi ve aynı zamanda Kanun-u Esasi'nin ihlali olan tasallutu huzuru alinize getirirken maruzatımı şöyle hülasa ediyorum (Karolidi Efendi bu son cümlelerini söylerken elinin bütün kuvveti ile kürsüyü yumrukluyordu). İzmir' de, Aydın'da, Karesi'de, Saruhan'da, Menteşe' de bazı Türkler öteki unsurların kadim hakkı olan ticaret, sanayi işlerine el atıyorlar. Bu Kanun-u Esasi'nin (Anayasanın) bizim için ihlali demektir.

Donmuş kalmıştım...

        Kürsüyü yumruklayarak bütün kuvvetiyle haykıran ve aslında sakin mizaçlı, cidden malumatlı, nazik ve çelebi tabiatlı bildiğimiz Karolidi Efendi'nin, asırlardır  mağdur ve mazlum, Rum-Ermeni-Musevi ve borsacıların elinde zebun  ve perişan Türk çiftçisi ile, kendi topraklarımızdaki demir yollarımızda kapıcı  ve hademe olarak bile kabul edilmeyen evlatlarımıza bu medeniyet vasıtasının nasıl işletileceğini öğretmek üzere İttihat ve Terakki İzmir Katib-i Mes'ulü’nün himmetiyle kurulmuş "Şimendifer (Demiryolu) Mektebi"nin Rum meslektaşımı nasıl çileden çıkardığını ibretle görüyordum. Böyle konuşacağını  bilse idim, divan katipliğini bir başka arkadaşıma bırakır cevabını verirdim. Ne çare ki, yerimden ayrılamadım, fakat yapılmış ve yapılmakta olanın doğruluğuna, hayrına, lüzumuna ibadet ve bayrak kadar mukaddesliğine kanaat getirdim.

        19 uncu yüzyılın başında İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Rusya gibi birçok ülke sanayileşme yolunda dev adımlarla ilerlerken çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan büyük sermayesi olmayan, olanların ise  sanayi ile ilgili yeterli bilgisinin bulunmadığı bir ortamda Osmanlı Devletinin,  Müslüman halkı bilinçlendirmek hususunda bir çabası yoktu. Genç ve dinamik nüfusun sürekli askerlik hizmeti için silah altında tutulması, hayvancılığa ve ziraata büyük ölçüde darbe vurmuş Müslüman halk fakirleşirken, pek çok aile mallarını ve çiftliklerini gayrimüslimlere bırakmak zorunda kalmıştı.

        19 ncu yüzyılın sonunda Anadolu'yu gezen ve  ‘’At Sırtında Anadolu’’ adlı eseri yazan  Fred Burnaby  kilometreler boyunca ekilmemiş boş toprakları gördüğünde askere alınan personel nedeniyle toprağı ekmek için insan kalmadığını gözlemlemiştir. Anılarında yolda ilerleyen bir grup siville karşılaşır ve askere gittiklerini öğrenince, ‘Köyden çok sayıda erkek orduya katıldı  mı?’’ diye sorar. ‘’Eli ayağı tutan her erkek askerde ve şimdi hepimiz cepheye gidiyoruz; ak sakallısı da yeni yetmesi de. Bize göre bu bir ölüm kalım savaşı’’ cevabını alır. Biraz sonra ağlayan ve kederli 30-40 kadar adam görür. ‘’Neden ağlıyorsunuz? Öldürülmekten mi korkuyorsunuz?’’ diye sorar. ‘’Hayır efendi, kardeşlerimizle birlikte askere alınıp onların yanında savaşmak istiyoruz; ama Binbaşı bizi almıyor, Taburun tamamlandığını söylüyor. Burada bırakıldığımız için yüreğimiz yanıyor’’.

        Anadolu’da yaşayan gayrimüslimlerle ilgili gözlemlerinde ise; ‘’Burada Hıristiyanlar hiç işkence görüyorlar mı?, Herhangi birinin kazıktan geçirildiğini duydunuz mu?’’ diye sorduğunda, gayrimüslimlerin soruya güldüğünü ve ‘’Türkiye’de böyle şeyler olmaz fakat yasalar kötüdür. Türkler ve Hıristiyanlar için eşit ölçüde kötüdür’’ cevabını alır.

          Yine anılarında Sivas bölgesindeki Hıristiyanlarla ilgili olarak; ‘’Hıristiyanların çoğu tefeciydi, borç paraya gereksinim duyan herhangi bir Müslüman bu Hıristiyanlara çok yüksek oranda faiz ödemek zorunda kalıyordu. Ancak bu anlamda Sivas Anadolu’daki diğer yerlerden istisna değildi. Ziyaret ettiğim hemen hemen her bölgede cemaatin önde gelen Hıristiyanlarının tefecilik yaparak para kazandıklarını gördüm. Kimi durumlarda eski Türk aileleri tamamen mahvolmuşlardı. Bu ailelerin soyundan gelenler bu tefecilerin açtığı davalar nedeni ile hapis yatıyordu’’. demektedir.

        Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti'nde üretimin her kademesinde faaliyet göstermişler ve özellikle, köylerde yaşayan Rumlar ve Ermeniler bir yandan tarımla uğraşırlarken bir yandan da savaştaki evlatları yüzünden mağdur olmuş, aldıkları borçları ve faizlerini ödeyememiş Türklerin mal ve topraklarına el koymuşlardır.

       Fransız Elçisi Mareşal Sebastani'nin ifadelerine göre, Van bölgesinde yaşayan Ermeniler, verimli topraklarda çiftçilik yaparlarken, Türkler verimsiz topraklarda çiftçilik yaptıkları için Ermeni köylerine göre daha yoksul durumdaydılar.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.