Can Bağı
25 March 2025, Tuesday 06:00Gazi, Hüseyin Ağa’nın eşini sol tarafına, Latife Hanım’la kendi arasına oturttu. Hüseyin Ağa’nın eşi, Latife Hanım’ın başını, bütün ruhundaki bir analık samimiyeti ile okşadıktan sonra elini tuttu:
-Açcık ateşin var, hasta mısın?
Eşine dönerek:
-Hacı Bizde güya ev sahibiyiz; sedire geçtik oturduk. Ya sen kalk, ya ben. Misafirlere kahve pişirelim.
Hacı Hüseyin Ağa, Latife Hanım’a:
-Kızım, dedi. Hani geçen sene sana çorap getirdiydim. İşte onları bu annen ördüydü. Himci gine hazırladı.
-Teşekkür ederim Hacı Efendi!
Hüseyin Ağa, Gazi’ye dönerek, güya Latife Hanım’a çorap hediye edildiği halde Gazi’ye verilmezse gücenir zannıyla:
-Oğlum, dedi. Senin çorapların da hazır, sana da hazırladılar!
Hacının çocuk saflığını andıran bu sözleri bilhassa Gazi’ye çoraplar için verdiği teminat, herkesi, güldürüyordu. Hemen sözünü değiştirerek ilave etti:
-Ak oğlum. Sen bana darılmışsın doğru mu? Göya geçen sene Ankara’da bişiy dimişim. Sen bundan bana darılmışsın; doğru mu? Bunu o dedikoducu gazatacılar yazmış! Eğer hatırına bişiy geldiyse vazgeç oğlum, bana darılma!
Gazi yine tebessüm ederek darılmadığını aksine sözlerinin hoşuna gittiğini belli ederek Hacı Hüseyin Ağa'nın eşine sordu:
-Hacı Hüseyin Efendi sizi almadan evvel bir eşi daha varmış, doğru mu?
-Evet Paşam! Evvel bir karısı vardı, öldü. Benim hemşirem Hacı’nın kardeşi Ali Efendideydi. Ben kız kardeşimin yanına varıp geldikçe bu Hacı bana gönül komuş. Babamdan istedi. Babam virmek istemediydi ya. O, ta sonra beni aldı!
-Nasıl, iyi geçinebildiniz mi?
-Evvelki karısı açcık ıncıkcaydı; hem, ekmeği filan kitlerdi. Amma ben idareli olduğumdan gürültüye meydan vermedim. İyi geçinmeye çalıştım. Evvelki eşiyle Hicaz’a gidinceye kadar pek datlı geçindik.
Latife Hanım:
-Sizi mi çok severdi, evvelki eşini mi? dedi.
-Ben feriktim; beni çok severdi. (Osmanlı döneminde son alınan kadına Ferik denilirmiş.)
Bu aralık Latife Hanım, Hüseyin Ağa’nın eşine sordu:
-Hacı efendi sizi aldığı zaman, bir kadaif hikayesi olmuş. Şu nasıl oldu?
-Kızım, başını ağrıtmazsam anladıyım. Mademki istedin söyleyim. Eski zamanda bizim evlere kadaif senede bir iki kere girerdi. Bir gün Hacı bize kızmış. Anasına dimiş ki: Sana kadaif gönderecem. İyi bişiremediler diye şu karılara adamakıllı bir dayak atacam.
-Kadaif geldi; Ramazandı. Biz de bişirdik, akşama hazırladık. Hacı namazdan geldi; bir surat, bir surat. Hiçbirimizin yüzüne bakmayor, somurtuyor. Yimek yimemek istiyor. Kaynanamız yalvardı, gine yimedi. Biz tuttuk, yimeği güzelce bir yidik. Üstüne de kadaifi yidik. Amma içimden duttu. Hacının şöyle yüzüne bir baktım; O da gözünün altından bir baktı; gülüştük! Kaynanam, Hadi oğlum, hadi! Sende avrat döğecek göz yok! Boşuna kadaiften de oldun! didi.
-Ak Paşam! Biz Türk’üz, köylüyüz, kusurumuzu bağışlayın!
Gazi:
-Ne demek, hepimiz Türk’üz! Türkler dünyanın en büyük milletidir. Beyhude yere sıkılacak bir şey yok!
-Bilmem ya! Şehirliler bize kenar mahallelidir diye gelmezler!
Latife Hanım:
-Beğenmemek ne demek? Milletin anasını köylüler teşkil eder. Siz teşkil ediyorsunuz!
Bu sözler üzerine, Hacı Hüseyin Ağa’nın eşinin yüzünde büyük bir sevincin eseri, göründü.
Büyük misafir artık bu küçük köylü evinden çıkmıştı. Binanın dışına, sokağa, mahallenin, civar mahallelerin çoluk çocukları, kadınlar, genç, ihtiyar, her cinsten, her tabakadan birçok adam toplanmıştı. Gazi Paşa ile Latife Hanım dışarıya çıkınca; Paşa hangisi, karısı hangisi? diye soruyorlardı. O dakikada verilen bir göz işareti kafi geldi.
İşte bu dakika, bir sevinç ve heyecan anı idi! Görseniz, bilseniz bu kalabalık ne yaptı; hemen bütün kadınlar, genç ihtiyar, Paşa’ya sel gibi yaklaştılar, etrafını bir kale gibi kuşattılar. Kimi yüzünü, kimi elini öpüyordu. İhtiyar kadınların ağızlarından şu sesler yükseliyordu:
-Paşa! Biz de şehitler anasıyız! Sizi gördük; duramadık! Bundan sonra, ölsek de; gözlerimiz kapalı gitmeyecek! Allah size uzun ömürler versin!’
Artık otomobillere binilmişti. Hacı Hüseyin Ağa, elinde tülü denilen bir örme seccade ve iki çift çorapla geldi. Latife Hanım’a dedi ki:
-Kızım şu hediyeni al!
Otomobiller yürüdü. Bütün bakışlar ve bütün bu mahallenin saf gönlü, temiz kalbi, küçük evin büyük misafirlerini takip ediyor ve onlara esenlikler diliyordu.
Atatürklü yıllarda Türk milleti kan bağının yanısıra can bağına da sahipti. Koca bir ulus Atasını baba bellemiş, koca bir millet birbirine can bağı ile ana, baba, abi, kardeş, evlat olmuştu.
Birde günümüzde yaşananlara bakalım ve ibret alalım.
Mehmet Önder, Atatürk Konya’da, Ankara 1989
Ahmet Gürel, Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Mayıs 2009. -SON
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.