LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ 101 İNCİ İMZA YIL DÖNÜMÜ (4)
30 July 2024, Tuesday 00:17Antlaşma ile bütün azınlıkların Türk vatandaşı olduğu kabul edilmiştir. Doğu Trakya ve Anadolu'daki Rumlarla, Yunanistan'daki Türkler karşılıklı olarak yer değiştireceklerdi. İstanbul'un yerlisi Rumlarla Batı Trakya'daki Türkler bu değişimin dışında kalacaklardı. Böylece Batı Trakya'daki Türk azınlığı ile İstanbul'daki Rum azınlığı dışında, ne Türkiye'de Yunanlı, ne de Yunanistan'da Türk kalıyordu. Etnik bakımdan, Osmanlı Devleti'nin başta gelen özelliklerinden olan çok ulusluluk Türkiye'de sona ermişti. Artık Türkiye'de Türkler vardı. Türkiye azınlıklar konusunu yasal yollarla çözüme kavuşturmak suretiyle büyük bir başarı elde etmişti. Osmanlı Devleti'nin son döneminde Anadolu'da yüzde yirmi civarında azınlık nüfus bulunduğu, dikkate alındığında elde edilen başarı açıklıkla görülecektir. Bu durum Anadolu'nun Türk vatanı hâline gelmesinin Cumhuriyetle sağlandığını göstermesi açısından önemlidir.
I. Dünya Savaşı dolayısıyla istenen tazminattan, hiçbir şey ödenmeden, vazgeçilmesi sağlanmıştır. Yunanistan ise, Batı Anadolu'yu işgali dolayısıyla Türkiye'de büyük tahribat yaptığını, bunların askerlik kurallarına, uluslararası geleneklere uymadığını, bu nedenle verdiği zararı ödemesi gerektiğini resmen kabullenmiştir. Ancak Türkiye, Yunanistan'ın çok güçsüz ve ekonomik bakımından çökmüş durumda olmasından dolayı savaş tazminatı olarak Karaağaç ve yöresini almakla yetinmiştir.
Osmanlı Devleti'nin dış borçları çözülmesi gereken önemli bir problem olarak Lozan Konferansı'nın gündemini işgal etmekteydi. Malî problemleri dış borçlanmalar yoluyla çözmek 1854 yılından itibaren Osmanlı Devleti'nin geleneksel malî politikası hâline gelmişti. Osmanlı Devleti'nin gücünü gün geçtikçe zayıflatan dış borçlanmalara Kırım Savaşı ile başlanmış, daha sonra dış borç taksitlerini ödemek için yeni borçlanmalara gidilmişti. Her yeni dış borçlanmaya bir gelir kaynağı karşılık gösterildiğinden, ülke içi gelir kaynakları üzerinde yabancı etkisi artmıştır. Bunun sonucu yabancı kökenli kuruluşlar meydana getirilerek (Düyun-ı Umumiye ve Tütün Rejisi idaresi gibi) devlet gelirlerinin yönetimi yabancılara terk edilmişti. 1919 yılı itibariyle I. Dünya Savaşı boyunca yapılan borçlanmalarla birlikte mevcut dış borç tutarı 303.7 milyon ikaya ulaşmıştı. Bu borçlar Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya devletlerine yapılmıştı. Osmanlı Devleti daha çok savaşta kendisi gibi yenik çıkan Almanya'ya borçluydu. Bu sebeple 170 milyon Sterlin civarında olan bu borç iptal edilmişti. Vadesi dolmuş borçlar, Osmanlı Devleti'nin parçalanması ile ortaya çıkan yeni devletlere gelirleri oranında paylaştırılmıştır. Türkiye'ye kalan kısmın ödenmesi ise, düzenli taksitlere bağlanmıştır. Borç taksitlerinin altın veya Sterlin olarak ödenmesini isteyen Batılı devletlerin önerisi kabul edilmemiş olup, Türk parası ya da Fransız Frangı olarak verilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece borç toplamı bir hayli azalıyordu. Borçların ödenmesi üzerinde her türlü yabancı denetim ve gözetimine son verilmişti. Bu borçların yüzde 65'i Türkiye'nin payına düşüyordu.
Geçmişte günün rahatlığı geleceğin sıkıntılarına tercih edilerek yapılan dış borçları ödemek; Millî Mücadeleyi canıyla, kanıyla yürüten, malından, ekmeğinden, dişinden ve tırnağından ayırdıklarıyla zafere ulaştıran çileli nesillere düşecekti. Lozan Barış Konferansı masalarında Osmanlı dış borçları, dağılan imparatorluk topraklarında yer alan Türkiye, İtalya, Arnavutluk, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Suriye, Irak, Mısır ve Yemen gibi devletler arasında paylaştırılmıştı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti payına düşen Osmanlı borcunu ödemeyi benimsemiş, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasının büyük döviz sıkıntılarına ve elverişsiz ortamına rağmen borçlarını aksatmaksızın ödemeye devam etmiştir. Daha sonra, çeşitli imkânlardan faydalanılarak erken ödemelere gidilmiş ve 1954 yılında bütün borçlar ödenmiştir.
Boğazlar meselesi Osmanlı Devleti'nin eski gücünü yitirmesi ile ortaya çıkmıştı. Osmanlı Devleti ilk defa 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Boğazlar üzerinde mutlak egemenlik hakkının sınırlanmasını kabul etmişti. 1841'de Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar tarihinde olumsuz bir gelişme olmuştu. Bu sözleşme ile Boğazlar Osmanlı Devleti'nin mutlak egemenlik alanından çıkmış ve uluslararası bir statüye bağlanmıştı. Sevr Antlaşması ile Boğazlarla ilgili düzenlemeyi Boğazlar Komisyonu yerine getirecekti. Ayrıca bölge silahtan arındırılmış olacaktı.
Dünyanın en önemli siyasal konularından olan bu mesele Lozan'da uzun ve şiddetli tartışmalara yol açmış, olay görüşmelere katılan Rus temsilcisinin öldürülmesine kadar varmıştı. Sonuçta geçici olarak şu çözüm yolu bulunmuştur:
Barış zamanında Boğazlardan geçiş serbest olacaktır. Savaşta Türkiye tarafsız ise, geçiş yine serbest olacaktır. Türkiye savaşa girmiş ise tarafsız gemilere ve uçaklara, düşmana yardım etmemek koşulu ile geçiş serbest olacaktır. Ancak düşman gemileri ve uçakları ile ilgili olarak, Türkiye istediği kararı alabilecektir.
Barış zamanında, Karadeniz'e doğru geçişte, Karadeniz'e sınır olan devletlerden en güçlü donanmaya sahip bulunanından daha fazla gemi ve uçak geçmeyecek, bunun dışında, savaş gemileri ve uçaklarına geçiş serbest olacaktı. Ancak, bu geçişlerden doğacak sonuçlar Türkiye için sorumluluk doğurmayacaktı. Boğazlar’ın savunulması Birleşmiş Milletler'in güvencesi altında olacak, Boğazlar'ın iki yakası silahtan arındırılacak, Boğazlardan geçişleri düzenlemek üzere bir uluslararası kurul oluşturulacaktı. Boğazlar sorunu geçici olarak bu şekilde çözülebilmişti. Rusya, Lozan Antlaşması'nın yalnızca bu bölümünü imzalayacaktı. Bu geçici çözüm yolunun kabulü, Mustafa Kemal'in devlet adamı olarak gerçekçiliğini ve Türkiye'nin karşılıklı bir güven içinde, Batılı devletler topluluğuna alınması konusundaki isteğini belirtiyordu. Konu daha sonra Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ele alınmış ve 1936 yılında çözüme kavuşturulmuştur.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.