(SARIKAMIŞ FACİA MI, DESTAN MI? -5-)
29 Aralık 2017, Cuma 09:33On dört saatte Allahuekber dağlarını aşan orduda yapılan sayım kayıpların büyüklüğü hakkında fikir verir. 150 askerden oluşan bölüklerin mevcudu 10-15e düşmüştü. Bazı bölükler tamamen şehit olmuştu. Tırmanışa başlamadan önce 10 binden fazla olan 30. Tümenin şimdi 1400 civarında olması ise askerlerin savaşmadan katlolduğunu gösteriyordu. Sağ kalan askerler ise yaşadıkları kısmi donmalar yüzünden kangren olma tehdidi altındaydı. Bazı askerlerin ayak parmakları donduğu için yerinden kopmuştu. Askerler için torbaların dibinde atların dudaklarının ulaşamadığı arpa taneleri elde kalan son imkânlarıydı ve o günlerde ulaşabilecekleri tek sıcak yemek at tezekleriydi. Bütün bunlara rağmen sağ kalan askerleri daha çetin bir düşman bekliyordu. Her askerde yüzleri bulan bitlerin yaydığı tifüs hastalığı… Kemal Öztürk tarafından hazırlanan Sarıkamış Belgelesi’nde de ifade edildiği gibi “sıfırın altında 30’a varan soğuk, 2500 metre yükseklik ve olabildiğince engebeli arazi… Bütün mesafeler geçilecek ve savaş bu alanda yapılacaktı. Kolordular toplanmış ve herkes görev alanına doğru yürüyüşe başlamıştı. Askerlerin durumu içler acısıydı. Bir kısmı yazlık kıyafetler giymişti. Ayaklarında tarih öncesinden kalma çarıklar, sırtlarında yamalı elbiselerle; askerden çok tarla işçisine benziyordu. Askerlerin büyük bir kısmı evden getirdikleri yerel kıyafetlerle yürüyordu. Ne kalın bir paltosu ne de yedek iç çamaşırları vardı… “Ordu verir” diye düşünmüşlerdi ama ordu bir şey veremedi.”
Ordu neden veremedi derseniz; çünkü Kafkas harekatına Almanlardan kışlık giyecek getiren Bezm-i Alem, Mithat Paşa ve Bahr-i Ahmer isimli gemiler Karadeniz’de Ruslar tarafından batırılmıştı. Almanlar da yeni malzeme gönderemiyordu.
***
Açtılar, yorgundular, çıplaktılar… Bir metreyi aşan karda yürümek için insanüstü bir gayretle bir adım atıyor, kara saplanan bu adımlarını kurtarmak için iki kat enerji sarf ediyorlardı. Bitkindiler… Bazen Rus askerleriyle çarpışmaya giriliyor ama en çok doğa ile savaşılıyordu. Tipi, kar göz açtırmıyordu. Yürüdükçe terliyorlardı. Terler sırtlarında donuyor, ölüme bir adım daha yaklaşıyorlardı. Artık bu uzun yürüyüş sonucu askerler yavaş yavaş dökülmeye başlamıştı. Önce ayaklarda bir sızı duyuluyordu. Sızının ardından bir hissizlik başlıyordu. Bu parmakların donduğunu gösteriyordu. Sonra donma bileklere çıkıyor ve asker aniden yere düşüyordu. Kurtların bile saklanacakları bir delik aradığı havada yere düşen bu askere yardım etmenin imkânı yoktu. Asker açlığın yoksulluğun etkisiyle uyuşuyor. Bilekleri de donunca bir kenara kıvrılıp uykuya geçiyordu. Uyku ölümün kapısıydı. Önce bütün vücudu beyaz bir yorgan gibi kristal bir buz tabakası kaplıyor, ardından vücut kaskatı kesiliyordu.
Güneş ışıkları 26 aralık sabahı Allahüekber dağlarının eteklerine vurduğunda sağa sola serpilmiş 15 bin askerin donmuş bedenini de aydınlattı. Bir gece de 15 bin asker tek bir kurşun atmadan donup gitmişti. Bu sayı Sarıkamış’ta donan askerlerin sadece bir kısmıydı. Aynı güneş Bardız’da, Kız kilisesi’nde, Divinik’te, Norşin’de, Çatak’ta, Sarıkamış’a giden bütün yollarda bir hafta boyunca donmuş Türk askerlerinin buz tabakasına dönmüş bedenlerinde parıldayacaktı. Isı biraz arttığında eriyen karların altında kardelen çiçekleri gibi askerlerin donuk bedenleri çıkıyordu ortaya…