CAN PAZARI
01 Şubat 2019, Cuma 09:52Feridun Nafiz Uzluk ismini duymayan var mıdır acaba? Kendisi çok kıymetli bir araştırmacıdır. Asıl mesleği hekimlik olmasın rağmen kültür tarihimizin yorulmak bilmeyen ciddi bir müdekkik bir şahsiyetidir. Aksaray’da iki buçuk yıl boyunca hekim olarak özellikle sıtma mücadelesi için çalışmıştır. Kendi adıyla ve Baysungur mahlasıyla yazılar kaleme almıştır. Bunlardan birisinde diyolog şeklinde toplumun önemli bir sorununu anlatmıştır. Amacı bir şeyi öğretirken düşündürmek olan merhum Uzluk’un yazısı aynen şöyledir:
Çapan: Şammas Ağa hayrolsun. Telaşla kimi arıyorsun?
Şammas: Ne olacak, bizim son karının ölümünden sonra Yeşiltol’dan aldığım muhtarın kızı hastalandı. Bu son göz ağrısıdır, çok seviyorum.
- Halâ geçiremedi mi?
- Hayır! Şimdi bana çıkıştı. “Üçünü mezara göndermişsin. Beni de öldüreceksin kanlı herif” dedi. Ses çıkaramadım. Eskiden karılar bir yisir (esir)den kötü idi. Döverdik, söverdik. Hastalanırsa doktor getirmezdik. Şimdi öyle değil. Benim karı bu sene mektebe de gitti. Ben ellisinden sonra öğrenemedim. O yeni yazıyı cayır-cuyur okuyor.
- Ne sandın ya hacı dayı. Şimdi cumhuriyet var! Karı da, çocuk da, köylü de gözünü açtı.
- Senin ev yine Taşpazarı’nda mı?
- Öyle ya, bağ-bahçe orada. Ayrılamıyoruz.
- Hava da pek sıcak. Bu öğle ateşinde doktor da yaya, oraya güç gider.
- Aksaray’da araba, otomobil her zaman bulunmadığından mı nedir bizim hekimler babacan adamlar! Tabana kuvvet, bir günde birkaç mahalleye Kergi’ye, Coğlakı’ya, Bölcek’e gidiyorlar.
- Fena mı? Kunduracılar da kazanacak!
- Ayak teri ne versem acaba (vizite ücreti demektir. Çok defa cereme de deniliyor. Avrupada ismi “honore” yani şerefiyedir. Çünkü bir hekim bir hasta ile saatlerce uğraşır. Aldığı para çektiği emeğin binde biridir)
- Kabinelerinde yani evlerinde 1 lira alıyorlar. Hastanın evine giderse 2 lira…
- Ben fukarayım, derim. Bu yeni mektepliler insanın sözüne derhal inanırlar. Bizim oğlan mektebe gidiyor. Bir gün yalan söylediğini işitmedim. Geçen gün mağazaya … Bey gelmişti. Daveti varmış. En iyi pirinç istedi. Tosyayı, mısır diye pahalıca sattım. Müşteri gittikten sonra oğlan benimle bir kavgadır tutturdu. Bana hicaz’a gittin, namaz kılarsın fakat yalan söylemekten vazgeçmedin. ... Bey, senin sakalına, hacılığına, hocalığına baktı da kandı. Belki de işi çaktı, nezaket gösterdi. Yüzüne vurmadı.
- Hakikaten bu bende de var. Bizim gibiler ölmedikçe yalancılık da tükenmez. Eskiden yalan söylemek modaydı. Şimdi yalan çok fenadır. Gülistan’da Sadi bile “fitne çıkaran doğruyu söylemekten maslahatı yapan yalanı söylemek iyidir” demiş.
- Sadi de eski a canım!..
- Gösterdin mi ağa … hastalığı ne imiş?
- Gösterdim. Satlıcan dedi. Soğukta ekmek yaptıkları gün terlemiş o gün olmuş.
- Eskiden Rum, Ermeni hekimler vardı. Rumların çoğu Atina’dan şehadetnamemiz var diye öğünürlerdi. Bir şey bilmez, cahil, karagöz heriflerdi. Beş dakikada hastanın diline, nabzına bakar bir su yazardı. Bilirsin ya, o zaman eczacı da Rum’du. Sidiği tutulana ayrık kökü kaynatır, arpa suyu içirirdi. Ben bizim tarladan ona bir yük ayrık kökü yollamıştım. Gavurcuk geldiğinde tırıldı. Giderken boğazı kilise direğine döndü. Yunanistan’a hayli para gönderdi. Bu millet tevekkeli azalmadı. Hastaların çoğu bu nalbanda benzeyen gavurların garazı ile öldü…
- Çok doğru söylüyorsun Çapan ağa. Benim ilk karımı sonradan ayağı topal olan Doktor İstavri zehirledi. Gül gibi kadın yiğirmi dört saatte gürledi gitti. Halbuki şimdi Türk hekimi hastalarımızı saatlerce muayene ediyor. Lazım gelirse birkaçı toplanıyor. Aksaray’da dört tane doktorumuz var. Hele hastane, sıtma mücadelesi milletin canına can katıyor. Karataşlı Çakır ağa anlatıyordu. Köyün sığır çobanı hastalanmış. Fukara ilmühaberi getirmişler. Hastanede başını tıraş etmişler. Temizce hamam yaptırmışlar. Sabun kokulu çamaşır giydirmişler. Sakız gibi yatağa, karyolaya yatırmışlar. Güzel yemekler, ilaçlar vermişler. On günde hekimlerin gayreti ile iyi olmuş. Çoban, hastaneden çıkmak istememiş. Bir başka köylü yer bekliyormuş. İyi olduğu için çıkmış.
- Ya sıtma mücadelesine ne dersin ağa? Geçen gün kapısının önünden geçiyordum. Düğün evine dönmüş. Çoluk, çocuk, kadın, erkek, genç, ihtiyar mahşer sandım. Herkesin elinde bir kağıt, üzerinde çizgiler var. Sordum, sıtma hapı verdiklerinde bu karta işaret ko[ya]rlarmış. Bir çizgi, bir hap değilmiş. Büyük adamlara günde 4 hap, küçüklerin 2-3 yaşındakine 1, beş yaşındakine 2, 7-8 yaşındakine 3, 9-10 yaşındakine 4 hap verirlermiş. Sıtma hapından dalağı eriyenlere sarı kuvvet hapı veriyorlarmış. Bizim komşu İraz abla almış. Yanağına kan gelmiş. Kocasına koca herif diye çıkışıvermiş. Bilirsin ya, İraz’ın kocası da antikadır. Ben de gideceğim o tohturdan (doktordan) bir kuvvet hapı da ben alacağım. Karı, o zaman sen Hanya’yı da Konya’yı da dünyayı da görürsün diye şakalaşıyor…
- Çapan ağa, ben eczahaneye reçeteyi vermiştim. Gideyim ilaçları alayım. Galiba geciktim. Sonra karı bizimle kavga eder. Malum ya başta kılıbıklık var!
Baysungur