SARAY GİBİ AHIR!
02 Ocak 2020, Perşembe 13:51Sarıkamış Savaşı yaklaşık on beş yıldır yılın son günlerinde gündemde yer alıyor. Bu çok iyi bir gelişme yakın dönem Türk tarihi açısından. Ama on beş senedir, hem de bilgiye ulaşabilmenin bu kadar kolay olduğu bir dönemde halen bazı konuların karışık olta ipine döndürülmesi çok üzücüdür.
“Sarıkamış’taki askerlerin hiçbiri kurşun dahi atamadan bir gecede donmuştur” ifadesini, adeta savaşın özeti olan bu cümleyi değiştiremedik. Halen bu yanlış bilgiyi doğrusuyla düzeltemedik. Bizden yani Sarıkamış Savaşını (harekât, taarruz, manevra ne denilirse denilsin nihayetinde bu bir savaştır) anlatanlar mı suçlu yoksa ısrarla yanlış olarak öğrendiğine mal bulmuş mağribi gibi sarılanlar mı siz karar verin.
Günlerce süren, bazı zaman ve mekânlarda yumruk yumruğa yapılan bir savaş hakkında hakkaniyetsiz cümlelere ne diyeyim bilemiyorum. Yıllardır yaptığım gibi yazılarımla, konferanslarımla işin doğrusunu anlatmaya devam edeceğim. Prof. Dr. Bingür Sönmez hocamızın desteği çok önemli bu süreçte. Onun fedakarlığının yanında bizimkisi devede kulaktır tabiri caizse. Ama biz de elimizden geldiğince Sarıkamış Savaşı’nın şehit ve gazilerinin ruhlarının şâd olması için çalışmaya devam edeceğiz.
Bugün size uykularınızı birkaç gün de olsa kaçıracak bir anıdan, şahitlikten bahsedeceğim.
10. Kolordu efradından Dr. Mehmet Derviş Kuntman savaşın sonlarına doğru (8 Ocak 1915) Çıtak köyünde bütün subay ve askerlerin “saray gibi bir ahırda” sabahladıklarını anlatmaktadır. Dr. Kuntman’ın bu ironik anlatımı aslında kalacak başka bir yer olmadığından, çaresizlikten köylerdeki ahırlarda kalındığını göstermekteydi:
“ (…) Bardız’dan hareketle Aşağıhamas’a geldik. Burası sakin bir köydü. (…) Akşama doğru Çıtak’a geldik. Soğuk o kadar şiddetli idi ki -30’dan yukarı değildi. Burası çıplak bir yayla olup Allahuekber yüksekliğinde vardı. Köyde barınacak bir yer yoktu. Dışarıda açıkta kalmamız da mümkün değildi. Bütün subay ve askerler bir ahıra ve hayvanların yanına yerleşerek canımızı kurtardık. Eğer burayı bulmasaydık, hepimiz yok olurduk. Şimdi burada emniyetle yatmamız için bir tertibat almamız gerekiyordu. Bir baskına uğradığımız takdirde, hiçbirimiz kurtulamazdık. Bunun için Yüzbaşı Ali Rıza Bey’in altı yedi askerle dışarıda kalmasına karar verildi. Yüzbaşı kendisine konik bir çadır kurdurdu. Askerleri gerekli yerlere yerleştirdi.
Sabahleyin kalktığımız zaman öyle feci bir manzara ile karşılaştık ki Yüzbaşı çadırda yalnız kalmış ve donmamak için sabaha kadar ateş yakmaya mecbur olmuş, askerler de açıkta durmanın imkânsız olduğunu anladıklarından ve eğitim icabı çadıra giremediklerinden, başlarını çadırın eteklerine sokup uzaktan gözleriyle olsun ısınmak istemişlerse de maalesef hepsi de o durumda kaskatı olmuşlardı. Bu çok yürekler acısı bir hal idi.
Biz ahırın pis kokulu sıcaklığında, bitlerin ısırmasından uyuyamadığımız bir sırada o zavallı nöbetçiler de ebedi uykuya dalmışlardı. Oysa ortada ne harp kalmıştı, ne düşman. Asıl düşman doğaydı. -30 derecelik soğuktu. Buna tedbir lazımdı. Çok şükür o da bulunmuştu. Burada, saray gibi bir ahırda kalıyorduk.” (Bir Doktorun Harp ve Memleket Anıları (2009). (Derleyen: Metin Özata), Genelkurmay yay. Ankara. s. 93-94).