BİR ZAMANLAR AKSARAY’DA KADIN VE SAYGI
07 Mart 2018, Çarşamba 09:06Mahmut Makal’ın Bizim Köy isimli eserinin 78. Sayfasında “Kadının Önemi” başlığı altında yazdıklarını kanaatimce birçok insan yaşamıştır ya da duymuştur. Çok etkilendiğim bu kısmı size hatırlatmak istedim:
“Küçükler, büyüklere karşı çok saygılı köyde. Kadının erkeğine karşı saygısı ise, ondan da çok. Ama kocasından korkusu kat kat fazladır. Oysa uygar yaşamda kadına verilen önemin tam karşıtı, köy erkeğinin gözünde kadının hiçbir değeri yok gibidir. Yalnız yeni evlendiği zamanlar, belki dişilik yanı onu biraz ilgilendirir. Buna karşılık, kadın erkeğine kul köle olur. Bir dediğinden dışarı çıkmaz. Erkek uzanır yatağa: “avrat şöyle et, böyle et…” diye buyruklar yağdırır. Kadının haddine mi, “herif şu da şöyle olsun” demek… Kadının ahlak ve ciddiyeti, erkeğe saygısının ciddiyetiyle ölçülür. Erkek döver, söver, kol kanat demez kırar, ağlatır, sızlatır, beriki “gık” demez. Diyemez ki…. Erkeğinin yasakladığı şeyleri yapmamaya çalışışır. Ama çok kere, erkek, ortada hiçbir şey yokken, en olmayacak nedenle dövdüğünden, kadın ne yapmak gerektiğini bir türlü kestiremez. “Hayat arkadaşı” kavramını, köy erkeği benimsemez. Yaş ilerledikçe, dişi de gözden düştü mü, tamam…
Kadının gizli yeri ağzıdır. Kadının ağzı başına örttüğü yemeninin ucuyla sarılıyor. Açsa açsa yemek yerken açabilir. Onu da erkekle yemez. Bir ailenin erkekleri ayrı, kadınları ayrı yerler yemeği. Bundan başka sesi de gizlidir kadının. Rastgele herkesle konuşamaz kadın. Hele genç bir kız yada gelin, kendinden büyük bir erkeğe, kadına, özellikle akrabaya el ve baş işaretiyle bile meram anlatamaz. Yüzüne bakamaz. Eğer, “dünyada harcadığımız soluğun hesabını öbür dünyada vereceğimiz” doğru ise, köy kadını mutludur, kazançlıdır.
Kara Niyazi, düğün evinin önündeki kalabalığın içinde karısını ağzı açık görünce, hemen eve koşup bir balta sapı getiriyor. Kadın, farkında olmadan açılan ağzını o gelinceye kadar kapattığı halde, kadını kötürüm etti çıktı elalemin içinde. İşin yoksa dert et kendine bu zulümleri!
“Ayıp değil mi?” dedim.
“Ne ayıbı yavu!. Bana mı ayıp, ona mı? Eksiğise eksikliğini bilsin” dedi.
Bazan çocuğuna izin almak, hastalığını haber vermek için yanıma gelenler olur. Bütün meramlarını el ve baş işaretleriyle anlatırlar. Bu geleneklerden habersiz biri görse, zavallıyı anadan doğma dilsiz sanır.
Bir de sakal gözetmek geleneği var. Kadın, hangi yaşta olursa olsun, yedi yaşından yuları bütün erkeklerin sakalını gözetir. Yolda giderken iki yüz adım geride de olsan, sen geçinceye kadar bekler, yüklü olsun, boş olsun. Çünkü herkesin dilinin ucunda hazır duran bir söz var. Hele yanılıp da erkeği geçmeyegörsün; beriki hemen yapıştırır: “Makası amma da keskinmiş be!” Kadının gözü öylesine yılmıştır ki, bu sözü işitmekten. “Biz ağır yürüyeceğiz, sen bekleme, geç” desen bile geçmez. Ağır ağır arkadan yürür. Tıpkı Hindistan’daki paryalar gibi.
Hüseyin Dayımla karısı uzun Ansa, doktora gidiyorlar ilçeye. Doktor soruyor: “Ne var, neren ağrıyor?” Baş işaretlerinden başka bir karşılık alamıyor. Kocası anlatıyor sonra. Oradan çıkınca, “kırk yılda bi şehre geldik. Avrada bir halva yedireyim” diye öne düşüyor, helvacı dükkanına doğru yürüyecekler. Bir de dönüp ne görsün, kadın yüzünü duvara dönmüş, ağız yüz sarih, korkusundan, utancından titreyerek bekliyor.
“Gız, niye gelmen” demiş dayım.
-He anam herif, o kadar erkeğin sakalını nasıl keseyim de geleyim?”