Herkes bizim gibi düşünmek zorunda değil
07 Mart 2019, Perşembe 09:04Biz köşe yazarları herkesi memnun edemediğimiz gibi herkesin istediği şekilde yazı yazmamız çok zor. Hele bazen siyasi yazı yazmış isen, okuyucuda senin gibi düşünmüyorsa ağzınla kuş tut ona göre en kötü adamsın. Tabi insanları siyasi görüşlerine göre değil adamlığına ve insanlığına göre değerlendirmek en güzelidir. Hele birde inançlı ve inanılır birisi ise o zaten bizim için yeterli. Siyaset din değil, iman değil haşa Kuran değil. Siyaset bir hizmet aracıdır, iyi kullanırsan ondan insanlar dünyalık istifade ederler.
Ben genelde yazılarıma aldığım yorumların %80 olumlu ve tebrik edilirim. %20 de eleştirilirim, eleştirilmiyorsam bunda bir sakatlık ve yanlışlık var demektir. Bizim her okuyucunun düşündüğü ve taraf olduğu şekilde yazılar yazmamız çok zor. Bir gazetecinin bir fikir ve düşüncesi vardır, beğenirsiniz beğenmezsiniz, ama nabza göre şerbet veremiyoruz.
Hamdolsun benim yüce dağlar kadar inancım ve itikadım var. İnancımı kimseye tartıştırmam ve buna izin vermem. Siyasi bir yazımdan dolayı bana nasıl hacısın diyen ise ahmağın ta kendisidir. Madem inançlıyım öyleyse yürüdüğüm ve tuttuğum yol doğrudur.
Beni yeterinden fazla övenlerde var, eğer bu övgülere layık olabiliyorsam ne mutlu bana. Adam beni kıskandığından hakkımda konuşuyorsa o benim sorunum değil onun sorunu. Ne bileyim kıskanacağım derken birgün şişip çatlarsa hiç şaşmam.
Şunu demek istiyorum, her gazetecinin kendine göre bir fikri vardır. Sizlerinde bir fikri vardır, birbirimizin fikirlerine saygı göstermek durumundayız. Birbirimizi kişiliklerimiz ve insanlığımızla değerlendirirsek daha doğru olur. Ben herkesin fikrine saygı duyuyorum, beni eleştirenlerde benim fikrime saygılı olurlarsa zaten sorun kalmaz. Siz dönek ve asıl fırıldaklardan korkun, onların ne zaman ne yapacaklarını bilemezsiniz.
Ben bu yazımı Nasrettin hocanın birkaç fıkrası ile sizleri düşündüreyim.
“Bir gün Hoca, bir arkadaşıyla birlikte köye gider ve birinin evinde misafir olurlar. Akşam olunca ev sahibi, bunlara bir tabak yoğurt getirir. Arkadaşı, kaşığının ucu ile yoğurdun ortasından bir çizgi çizerek:
Ben kendi payıma düşen yere pekmez koyacağım, der.
Hoca buna razı olmaz ve arkadaşına:
Bunu kabul etmem, pekmez benim tarafıma da akar, der. Fakat arkadaşına bir türlü söz dinletemez. Bunun üzerinde yerinden fırlar, heybesinden zeytinyağı şişesini alır ve yoğurdun başına geçerek:
Öyle ise ben de payıma düşen kısma zeytinyağı koyarım, der.
Arkadaşı Şaşırır:
Hiç zeytinyağı yoğurda konur mu? Yoğurt vıcık vıcık olur, der.
Hoca, aradığı fırsatı bulmuştur:
Öyleyse, der. Sen de pekmez koyma.”
Buradaki mesaj şu, insanların birbirleriyle ilişkilerinde tek taraflı olmamaları ve kendi çıkarlarını gözetip başkalarının çıkarlarını hiçe saymamaları gerektiği belirtilmiştir. Herkes tek taraflı düşünmemeli, Herkesin istediği şeyi yapması durumunda sosyal ilişkilerde karışıklığın ortaya çıkabileceği vurgulanmış.
Nasrettin hocanın kazan doğurdu dediği komşusu doğduğuna inandığı kazanı götürmüştü ya, bir gün Hoca o komşusundan kazan ister, alır götürür. Sahibi bir hayli müddet bekler, bakar ki kazan gelmez. Hoca’nın evine gelir. Kapıyı çalar. Hoca kapıya gelir:
Ne istersin? diye sorar.
Komşu:
Kazan isterim, der.
Hoca:
-Sen sağ ol, kazan merhum oldu, cevabını verir.
Komşu tam bir Şaşkınlıkla:
Hoca Efendi, hiç kazan ölür mü? deyince Hoca:
Ya doğurduğuna inanırsın da öldüğüne inanmaz mısın? der. “
Buradaki mesaj ise, Kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapma ilkesi verilmiştir. Kendi çıkarlarını düşünen, insanları aldatmak için akla gelmedik senaryolar kuran insanlara ders vermek ve bunun yanlışlığını göstermek gerekir.
Bilmem bu Nasrettin Hoca kıssaları ile bir şey anlatabildim mi?