Yeni nesil bu günün kıymetini bilmeliler
01 Ağustos 2022, Pazartesi 10:17Geçtiğimiz günlerde köşe yazımı yazdım şöyle televizyon kanallarına bir göz attım. Nerede ise birçok kanalda siyasi programlar vardı. İnanın bu programları artık dinlemek gına getirdi. Sonra bir programa takıldım, orada tanıdık bir hoca konuşuyordu. Prof. Dr. Ahmet Lütfi Kazancı hocam çapraz sunucuların sorularını cevaplıyordu. Kazancı hocamı öğrencilik yıllarımdan tanırım, kendisinin 30 civarında yazdığı kitapları var. Kendisi çocukluğunda annesinin rahatsızlığı nedeni ile anne şefkati görmediği için o günlere çok takılır.
Hele bundan 40-50 yıl önceki gerçek yaşamdan örnekler vererek günümüz gençliğine güzel dersler çıkarır. Ama maalesef günümüz gençliği bırakın o yılları tanımayı, 20 yıl öncesini hatırlamazlar. Nerede Şam orada akşam misali günü birlik yaşarlar.
Zaten 20-30 yıl öncesini bilseler bugünkü hallerine şükrederler. Kazancı hocamı programın yarısından sonra izleme imkânı buldum. Ama geç saate kadar programı izledim. Doktorsuz günleri, hastaların durumunu anlattıkça bende o yaşta olmasam da az çok 40 yıl öncesini bilmem nedeni ile o günün yaşam koşullarını biliyorum.
Kendisini rahmetle yad ediyorum rahmetli Mahir Südemen hocam da bu günlere çok takılır geçmişten örnekler verirdi. Bundan dolayı belli bir kuşak onun yazılarını zevkle okur geçmişi hatırlardı.
Yokluğu bilmeyen ya da görmeyenler varlığın kıymetini bilmezmiş. 1960’lı yıllar dönemini az çok hatırlıyorum. Bizim köyde her evde soba bile olmazdı. Çok evlerde kürsü dediğimiz tandır içindeki közün üzerine kapatılan yuvarlak taşın üstüne bir ağaçtan kürsü kurulur, üzerine de analarımızın dokuduğu kilim serilirdi. Kışın üşüyen ayaklarını içine sokar ısınmaya çalışırdı.
Sobası olanlar ise saç sobada ya saman yakar, y ada tezek yakardı. Kömürü kimse bilmezdi, görseler ne olduğunu bilmezlerdi. Ben bazen benim dünürün annesinin kürsüsüne kışın üşüyünce sokulurmuşum. Sıcak vurunca uyur kalırmışım, rahmetli annem gelir fistanımla beni sırtına alır götürürmüş.
Fistan dedim yanlış anlamayın, köylerde çocuklar 6-7 yaşına kadar pantolon bilmezdi, kızlar gibi annelerimizin diktiği fistanları giyerdik. Okul çağına gelince babam kadife ve ya keten kumaş getirir annem elinde bize pantolon dikerdi. Pantolonun dizine süvari dediğimiz birde diz ve arkamıza ikinci kat dikerdi. Üsteki eskiyince söker alttaki ile devam ederdik.
Ayağımız deri ayakkabı hiç görmezdi, lastik ayakkabılar ve çizmeler giyerdik. İlkokul bire gidiyordum rahmetli babam öğretmen olduğu için o dönem geliri en yüksek kişi idi. Bana naylon olan mavi bir çedik almıştı. Okulda herkes merak edip ayağıma baktılar, öğretmenin oğlunun ayakkabısına bakın diye. Akşam yatarken evimizin önünden Ekecik’ten gelen su kanal ile akardı. Bu suda çediklerimi yıkayıp akşam çalan olmasın diye yastığımın altına koyup yattığımı hiç unutmam. 45 yıldan fazla oldu hala rengini bile unutmadım.
Evlerde sabah kahvaltısı için çay pişmez sabahları çorba ya da yemek yenirdi. Bazı evlerde çay yerine pekmez şerbeti yapılır ekmeğe katık edilirdi. Babam aybaşında şehre gelince bir kasa zeytin alırdı. Sabahları annem açık çay yapar yufkayı da sobada ısıtır, içine de çömlek peynirini dürer verirdi. Babam da zeytinleri tane ile verirdi, verdiği zeytinin sayısı 5 geçmezdi.
Bir zeytini en az 4 ısırımlık yapar yerdik, çünkü zeytin ay sonuna kadar yetmeliydi. Zaten zeytin şimdiki bizim aldığımız zeytin gibi kaliteli zeytinde değildi.
Hele şu on beş yılda neler olmuş neler, binmeye araba, kamyon bulamazken, herkesin arabası, elinde cep telefonu dünya ile irtibat kuruyor. Onun için gençler bugünün kıymetini bilelim, ülkemize sahip çıkalım. En ufak bir meselede kargaşaya kopmayalım. Allah bizlere o günleri tekrar yaşatmasın güllük gülistanlık içinde olduğumuzu bilelim. Allah devletimize zeval vermesin.