ABAYLAR
Aksaray
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.02
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2419.0
  • BIST
    9618.83
  • BTC
    69294.62$

CELÂLÎ İSYANLARI

18 Nisan 2019, Perşembe 09:59

16. ve 17.yüzyıllarda Osmanlı iktidarına karşı Anadolu’da meydana gelen isyanlar genel olarak “Celâlî İsyanları” şeklinde adlandırılır. Konu hakkında pekçok çalışma vardır. İlk önce Mücteba İlgürel hocamızın isimlendirmeyle alakalı bilgisine müracaat edelim.

Celâl’e mensup” anlamına gelen Celâlî tabiri, XVI. yüzyıl başlarında isyan eden Bozoklu Şeyh Celâl’le ilgilidir. Celâlî isyanları başlangıçta, Osmanlı idaresinden memnun olmayan zümrelerin ve Şiî eğilimli Türkmen gruplarının Safevîler’in de tahrikiyle devlete başkaldırmaları şeklinde ortaya çıkmış, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren büyük bir mesele halini alarak değişik bir mahiyet kazanmıştır. Osmanlı devlet anlayışı, bu isyanları “hurûc ale’s-sultân” olarak değerlendirmiş ve kaynaklarda bu ifade sık sık kullanılmıştır” (M. İlgürel, Celâlî İsyanları, s.252).

“Bir Ermeni Kaynağı’na göre Celâlî İsyanları” isimli makalede Kemahlı Rahip Grigor’un 1595-1640 arasındaki olayları anlatan Kronoloji isimli eserinden alıntılar mevcuttur ve çağdaş bir kaynak olması bakımından ziyadesiyle mühimdir.

Bu padişahın (Sultan I. Ahmed) zamanında Celâlîler Anadolu'yu kar gibi kaplamışlardı. Sullan Murad zamanında başlayan bu hareket, Sultan Mehmed'in döneminde bütün memlekete yayıldı ve İstanbul'dan ve Rumeli’den denilen Trakya'dan başka her yerde asayiş namına birşey kalmadı. Keza bu yüzden olarak, Kızılbaşlar kuvvetlenerek Teodopolis (Erzurum) sınırlarına kadar olan yerleri istila ettiler. Böylece yalnız İstanbul, Rumeli ve Mısır mamur ülkeler olarak padişahın hâkimiyeti altında kalmıştı.

Padişah hayırlı düşünceler sayesinde Allah’ın lütfu ile kuvvetlendi. Ve dindar bir adam olan Murad Paşa'yı sadrazam ve serdar tayin ederek Celalilere karşı sevketti. Murad Paşa ileride birer birer anlatacağım Celalileri iki sene içinde tamamiyle ortadan kaldırdı ve bir zaman için asayiş yerine geldi. Murad Paşa’nın sağlığı müddetince sulh ve sükün içinde yaşadık. Fakat Amid (Diyarbekir)'de vuku bulan ölümünden sonra Nasuh Paşa birisi cebren onun yerine geçince asayiş memleketten tekrar kalktı. Her taraf figanla doldu ve korku içinde olan bizler de tekrar kaçarak 1612 senesinde soluğu İstanbul’da aldık. Bizimle beraber kendi yerlerine avdel etmiş olanlar da tekrar İstanbul’a gelerek, yine yurtlarına sürüldükleri işbu 1635 senesi ne kadar burada rahat yaşadık. Avdet emri üzerine pek çokları gittiler; birçoğumuz Allah’ın inayeti ile burada kaldıksa da sonumuzun ne olacağını yalnız Allah bilir” (H. Andreasyan, a.g.e., s.28-29).

Görüleceği üzere devletin birçok açıdan düzeni bozulmuştur.

Konunun en önemli uzmanı Mustafa Akdağ Anadolu’nun durumu için şunları diyor:

Memleketin daha Kanuni'nin son zamanlarında, büyük bir karışıklığa müsait olduğu kolayca anlaşılır. Hakikaten bu devirden itibaren, asayişin ayak ayak bozulduğu ve asrın sonuna doğru Anadolu'da devletin harici işlerini serbest görmesine mâni olacak tehlikeli bir sosyal mücadelenin ortaya çıktığı görülecektir (Akdağ, Celâli, s.32).

1550’den II. Selim'in saltanatının sonu olan 1575 başlarına gelindiği zaman, artık, daimî "Celâlî bölükleri” kurulmuş, Anadolu'nun iktisadi ve sosyal nizamını kemiren, her sene binlerce insanın öldürülmesine sebep olan büyük silâhlı mücadele açık bir surette başlamış bulunuyordu (Akdağ, Celâli, s.37).

***

Celâlî İsyanları’nın elbette hissedilir bir tesiri olmuştur. Uzun bir sürede kurumsallaşan yapılarda bile (tımar sistemi vs) bozulmalar bu isyanların ne kadar etkili olduğunu göstermesi bakımından üzerinde uzunca düşünmeyi elzem kılmaktadır. Ancak Celâlî İsyanları’ndan az etkilenen şehirlerden birisi de Aksaray’dır.

Celâli İsyanları’nın toplum üzerindeki yıkıcı etkileri devam ederken bir de “Kadızâdeliler Hareketi” zuhur etti.

IV. Murad, Sultan İbrâhim ve IV. Mehmed devirlerinde ortaya çıkmış olan Kadızâdeliler hareketi, adını IV. Murad döneminin vâizlerinden Kadızâde Mehmed Efendi’den (ö.1635) almıştır. Mehmed Efendi ile dönemin tanınmış Halvetî şeyhlerinden Abdülmecid Sivâsî arasında önce fikrî seviyede başlayan tartışmalar, sosyal ve dinî hayat yanında devletin ana kurumlarını da etkisi altına alacak gelişmelere yol açmıştır (Çavuşoğlu, Kadızâdeliler, s.100). Özetlemek gerekirse Kadızâdeliler’in amacı Kur’an ve sünnet haricinde dine girmiş ne varsa yok etmekti. Bid’at sayılan her şeyle savaşmak ana gayeleriydi. Tasavvuf başta olmak üzere neredeyse herşeye karşıydılar. Peygamberimizin anne-babasının, İbnül Arabi’nin kâfir olduğunu bile söylüyorlardı. Bir camide birden fazla minareye biletahammülleri yoktu. Rüşvet meselesinde bile farklı düşünüyorlardı. Yani devlet katında görülen işler karşılığında alınan paranın rüşvet değil de ücret olduğunu(!) bile savunuyorlardı. Sivâsî’ler ise Kadızâdeliler’in aksini düşünüyordu.