HOŞ GELİŞLER OLA!
29 Aralık 2025, Pazartesi 05:41Heyeti Temsiliye'nin Sivas'tan Ankara'ya gelişi öğrenilmişti. 27 Aralık 1919’da Atatürk ve arkadaşları Ankara’ya geldi. 25 bin nüfuslu Ankara’da 35 bin kişi toplanmış, atasını karşılamıştır. Bu bir karşılama töreni değil, Devlet kurma törenidir.
Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de kolları sıvamıştı. Heyeti Temsiliye'nin gereksinimlerini karşılamak ve satın alınması için, Ankara'ya gelişinin ilk günlerinde Heyeti Temsiliye’nin giderleri, Müdafaai Hukuk örgütünce karşılanmıştı.. O günkü zorlukların, içinde yaşanılan olanaksızlıkların ortaya konması bakımından Mazhar Müfit'in anılarına başvuralım:
"Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken bulduğum çareleri yine eskisi gibi kabul etmedi ve gece yarısına kadar hep düşündük ise de para tedariki hususunda bir karar ve neticeye ulaşamadık.
Çünkü bankalardan ve müessesattan ödünç bile olsa para almayı Paşa'ya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık..
Benim bir kürküm vardı; Erzurum'lu Nafiz Bey'e müracaatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey, “Ocak ayı içindeyiz, ne giyeceksin?”diye satmamakta ısrar ettiyse de bu ısrar, ne olursa olsun, kulağıma giremezdi.Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı.
Paşa ile bu hususta bir çare bulamıyarak: “Hele bakalım sabah olsun, yine düşünürüz” sözü ile odalarımıza çekildik.
Sabah oldu. Gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan, yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu. İçeriye giren zat , Müftü efendinin geldiğini söyledi. Eyvah, şimdi Müftü efendiye(Rıfat Börekçi) kahve ısmarlamak lazım, kahve var amma şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da masanın gözünde saklamışım, ya şekerli kahve isterse ... Ya sigara da vermek lazım gelirse ... Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes şekerini kendi tedarik edecek, emri verilmişti. Ne ile tedarik edecekti, kimde para vardı ki?
-Paşa'ya haber veriniz, dedim.
Paşa ile görüştüler.
Müftü efendi odama girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
-Müftü efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?
-Evet, içmem.
-Sigara?
-O nu da kullanmam.
Halbuki Müftü efendi kahve içerdi, fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Müftü efendi derhal vaziyeti anladı ve”'içmem” dedi. Tebessüm ederek:
-Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik, az olsa da yardımda bulunmayı vazife bildik.
-Bundan bir şey anlayamadım. (yatağımın karşısında duran hüçük kasayı göstererek)Paramız var, dedim. Halbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaretti. Müftü efendi bu sözümü dinlemedi bile. Geldi, cübbesinin altından bir torba çıkardı.İçindeki kağıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
-Müftü efendi, teşekkür ederiz amma, evvela Paşa ile bu hususu bir görüşseniz iyi olur.
-Görüştüm, kasa Mazhar Müfit Bey'dir, ona veriniz! dedi.
-Pekala.
Müftü efendi birer birer saymağa ve masanın üzerine koymağa başladı. Yüz, iki yüz, beş yüzü geçti, nihayet tamamı bin lira kağıt para saydı. (O para eşi ve kendi için kefin ve defin masrafı için biriktirilmişti.) Ben de yataktan kalkarak paraları aldım ve kasaya koydum.Bunun üzerine emir erini çağırdım ve iki şekeri verdim:
"Bize birer hahve pişir!"emrini verdim.
Müftü zaten vaziyeti anlamış olduğundan güldü.. Ve:
"Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen giden çok, başa çıkmaz, değil mi?" diye latifeleşti..
Kahveler içildi. Muhterem Müftü çıktı, gitti. Ben de paranın miktarını derhal Mustafa Kemal Paşa'ya haber vermek üzere odamdan çıktım.Paşa'yı odasının kapı önünde bir habere bakarken gördüm. Bana:
"Ne kadar?dedi.
"Bin" dedim.
Odasına girdik.
-Gördün mü, akşam ne kadar sıkılmıştık. Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor, dedi. Ben de:
-Evet, kul sıkılmayınca Hızır yetişmez, dedim.
-Şimdi masraf ve varidatı tanzim etmek gerek.
-Her şeyden evvel bugün öğle yemeğinde size bir ziyafet çekeceğim. Çoktan beridir et gördüğümüz yok. Şimdi emir verip on kıyye pirzola aldıracağım. Ancak yeter. Bir de irmik helvası...
Mustafa Kemal Paşa:
-Israfa başlamayalım.
-Bir defaya mahsus. Yarın yine çorba ve bulgur pilavına avdet ederiz.
Gülüştük.
Müftü Mehmet Rifat Efendi’nin Millî Mücadeledeki asıl anılması ve Milletçe minnet ile yad edilmesi gereken hizmeti, Millî Mücadelenin doğru ve bu mücadeleye katılmanın her Türk üzerinde bir borç olduğu yönündeki fetvasıdır. Halbuki Padişah emri ile İstanbul'daki Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Beyefendi 05 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın katline ve 11 Nisan 1920’de de Millî Mücadele hakkında fetva vermişti. Dürrizade fetvası olarak anılan bu yazıda; “Anadolu’daki Millî Mücadele harekâtının Padişah ve Halife’ye karşı bir isyan olduğu, bu harekâtın içinde bulunanlara karşı saldırı yapılmasının gerekli olduğu, yakalandıklarında öldürülmelerinin dinen vacip olduğu, bu mücadelede öldürülürler ise şehit olacakları” ileri sürülmüştü, gazetelerde yayımlanmış, ayrıca Anadolu’da İngiliz ve Yunan uçakları ile ve bir kısım kendini bilmez kişiler tarafından halka dağıtılmıştı.
Zor şartlar ancak zorlukları Allah rızası ile aşmayı düşünenlerlerce yenilir. İyiki hak ve hakikat yolunda yürüyecek yiğitlerimizde olmuş. Hepsini rahmetle anıyorum.



Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.