Kur’ân' ın Türkçe Meali
15 Mart 2024, Cuma 09:03İran'a İslam orduları girmiş ve Farslar İslâmiyet ile tanışmıştı. Bunun sonucunda MS 7. yüzyılda Sasani İmparatorluğu yıkıldı ve İran İslamla şereflendi. Kısa süre sonra Kur'an Farsça olarak okunmaya başlandı. Öyle ki bugün İslam'ın gereği olarak yaptığımız ibadetlerin birçoğunun isminin Farsça olarak ifade edildiğini biliyormusunuz? Örneğin; Namaz ( arapça Salât), Oruç ( arapça Savm) Abdest ( arapça Gasil) Peygamber ( arapça Resul) vb. lerine Derviş, Dergah, Türbe, Kâfir, Tesbih, Çarsaf, Mevlit, Molla, Takke, Tülbent gibi onlarcasını ekleyebiliriz.
Daha sonra Türk milleti İslam ile tanıştı. '' İslam'ın sancaktarı'' denecek bir millet oldu. Allah için savaşmaktan kaçan ve peygamberimizi yalnız bırakan bazı Arap aşiretleri vardı ve Kur'an'ın bir ayeti inzal oldu.
Ey inananlar! Aranızda dininden kim dönerse bilsinki, Allah, kendisinin ( çok ) sevdiği ve onlarında Onu sevdiği, ( üstelik ) inananlara karşı alçak gönüllü , inkarcılara karşı güçlü , Allah yolunda cihad eden, yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir.
Bu Allahın dilediğine verdiği bir nimettir. Allah herşeyi kaplar ve bilir. (Maide 54. Ayet )
Bu ayetin Türk milletini işaret ettiğini söyledi ilim sahipleri.
Kur’ân' ın Türkçe Meali hazırlansın ve Türk milleti Allah'ın emirlerini daha kolay öğrensin dendi. Ulema diye geçinen bir çok kişi ve herkesten önce farslar karşı çıktı. İşte bu karşı çıkanlara önce Ahmet Yesevi Hazretleri(1093-1166) tepki gösterdi.
İmamı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin de " Her milletin Kur'an-ı kendi diliyle öğrenebileceği" yönünde fetvası vardı.
Ahmet Yesevî’nin düşünce dünyasında ve sonraki kuşaklara bıraktığı mirasta mutlak surette işaret edilmesi gereken önemli bir nokta, onun dile olduğu kadar dine yapmış olduğu katkıdır. Türkçeyi bir şiir dili, gönül ve dinî duyguları terennüm aracı yapması, bu dilin yaşamasına büyük bir destek olmuştur. Dine gelince, onun, hikmetlerinde Kur’ân’ın Türkçe meali meselesine farklı bir boyut kattığını görüyoruz. Yukarıda da işaret edildiği gibi o devirde Türkler arasında ilim dili olarak Farsçanın egemenliğinin olduğu anlaşılıyor. Fakat halkın farklı bir dil konuşuyor olması, din dilinin onlara ulaşmasında bir engel teşkil ediyordu. Yesevî tam da bu noktada devreye giriyor ve dini hitap ettiği kitlenin dilinden anlatmaya çalışıyordu. Dolayısıyla dinin asıl metinlerini de onların dili ile ifade etme gereği duyuyordu. Esasında mesele bu kadar gerçekçi olduğu kadar basittir de. Ne yazık ki bu gerçekliğe karşı duran bir cephe vardır. Yesevî’nin dilinden okuyalım:
Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçeyi
Âriflerden işitsen açar gönül ülkesini
Âyet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur
Anlamına yetenler yere koyar börkünü
Miskin, hâlsiz Hoca Ahmet yedi atana rahmet
Fars dilini bilir ama Türkçeyi güzel söyler.
Mısralarda açıkça görüldüğü gibi Ahmet Yesevî, âyet ve hadislerin Türkçe manasının söylenmesinin uygun olacağını savunmaktadır.
Ahmet Yesevi den bir Hikmet okuyalım
Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip
Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte.
Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup
'İkinci defter' sözlerini açtım ben işte.
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol
Mahşer günü dergahına yakın ol
Ben-benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.
Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu
O gece Mirac'a çıkıp Hakk cemalini gördü
Geri gelip indiğinde fakirlerin halini sordu
Gariplerin izini arayıp indim ben işte.
Ümmet olsan, gariplere uyar ol
Ayet ve hadisi her kim dese, duyar ol
Rızk, nasip her ne verse, tok gözlü ol
Tok gözlü olup şevk şarabını içtim ben işte.
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla
Mustafa gibi ili gezip yetim ara
Dünyaya tapan soysuzlardan yüzünü çevir
Yüz çevirerek derya olup taştım ben işte.
Gönlûm katı, dilim acı, özüm zalim
Kur'an okuyup amel kılmıyor sahte alim
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Haktan korkup ateşe düşmeden piştim ben işte.
Altmış üçe yaşım ulaştı, geçtim gafil;
Hakk emrini sıkı tutmadım, kendim cahil;
Oruç, namaz kazaya bırakıp oldum ergin;
Kötüyû izleyip iyilerden geçtim ben işte.
İmanıma çengel vurup kıldı gamlı,
Mürşid-i kamil Hazır ol! ' deyip saçtı korku
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti kirli
Allah'a hamd olsun, iman nuru açtım ben işte.
Garip, fakir, yetimleri sevindiresin;
Parçalayıp aziz canını eyle kurban;
Yiyecek bulsan, canın ile misafir
Hak'tan işitip bu sözleri dedim ben işte.
Garip, fakir, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o kulundan Allah.
Ey habersiz, sen bir sebep, kendisi saklar;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim ben işte.
Sünnet imiş, kâfir de olsa, verme zarar
Gönlü katı, gönül inciticiden Allah şikayetçi;
Allah şahid, öyle kula 'Siccin' hazır
Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte.
Aradan bin yıl geçti. Hâlâ "Türkçesi haramdır" diyen gafiller yüzünden insanımız Kur'an-ı okumaktan, yüce Allah'ın emirlerini öğrenmekten uzak duruyor. Atatürk Türkçe meali hazirlatarak büyük bir hizmete imza atmıştır. Gelin bu Ramazan ayında yani Kur'an ayında, Allah'ın ilk emri olan OKU emrine uyalım ve Türkçe meali de okuyarak yaratanın bizden ne beklediğini, yaratılış gayemizi öğrenelim.
Yüce Allah yar ve yardımcınız olsun.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.