ABAYLAR
Aksaray
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.02
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2419.0
  • BIST
    9618.83
  • BTC
    69294.62$

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ 101 İNCİ  İMZA YIL DÖNÜMÜ (5)

31 Temmuz 2024, Çarşamba 02:33

LOZAN'DA ÇÖZÜMLENE­MEYEN MESELELER

Lozan Barış Antlaşması'yla Türkiye milletlerarası plânda resmen tanınmıştır. Türk ulusal varlığının tanınması dört yıllık ağır bir mücadelenin sonunda mümkün olabilmişti. Bu zafer Anadolu'yu paylaşmak isteyen devletlerle Türkiye arasındaki münasebetlerin hemen düzelmesini sağlayamamıştır. Bunun başlıca sebeplerinden biri, iki taraf arasındaki güvensizlik duygusu idi. ikincisi, Lozan Antlaşması'nda kesin çözüm getirilmemiş olan meselelerle diğer sorunların çözümlenmesi sırasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarıydı. Lozan Antlaşması'nda çözümlenemeyen üç temel me­sele vardı: İngiltere ile Musul anlaşmazlığı, Fransa ile Osmanlı Borçlan meselesi ve Yunanistan ile ahali değişimi meselesi idi.

a.        Musul Meselesi

I. Dünya Savaşı'ndan önce Mu­sul, petrolleri dolayısıyla İngiltere, Fransa, Almanya ve hatta Amerika Birleşik Devletleri arasında rekabet konusu olmuştu. 1916 Skyes-Picot Anlaşması'yla bu bölge Fransa'ya bırakılmıştı. 1920 Nisan ayındaki San Remo Konferansı'nda Fransa, kendi­sinin Orta Doğu'da desteklemesine karşılık burasını İngiltere’ye bırakmış­tı. Lozan Konferansı'nda Türk-Irak sınırı konusu gündeme geldiğinde, Türkiye, Musul ve Süleymaniye'de yaşayan halkın büyük çoğunluğunun Türk olması nedeniyle, buraların Türk sınırları içine katılması gerektiğini ileri sürmüş ve İngiltere Irak adına, mandater devlet olarak, buna itiraz etmişti. Bunun üzerine Lozan Antlaşması'nın üçüncü maddesiyle bu mese­lenin çözümü dokuz ay içinde bir so­nuca ulaştırılmak üzere Türk-İngiliz ikili görüşmelerine bırakılmıştı. Bu görüşmeler 19 Mayıs 1924'te İstanbul Konferansı'yla başladı ve 5 Haziran'a kadar devam etmiştir. Tarafların Lozan'daki tutumlarında bir değişiklik olmadığı için bir uzlaşmaya varmak mümkün olmamıştır. Türkiye, yine Musul ve Süleymaniye’nin Türk sınırlan içinde kalmasında ısrar etmiştir, İngiltere ise bu fikre yanaşmadığı gibi üstelik Hakkari ilinin dinî çoğunluğu­nun Süryanî olduğunu, Süryanîlerin ise Irak'a göç etmeleri dolayısıyla Hakkari'nin de Irak'a katılması gerek­tiğini ileri sürmüştür.

İstanbul Konferansı'nın sonuçsuz kalması ve özellikle Türkiye'nin tutumundaki kararlılığı üzerine İngiltere, Türk- Irak sınır bölgesinde olayları kışkırtıp burada karışıklıklar çıkarmaya başlamıştır. Bu durum Türk-İngiliz  münasebetlerinin gerginleşmesine sebep olmuştur. Yine Lozan Antlaş­masına göre ikili görüşmeler başarılı sonuç vermezse, konu Milletler Cemiyeti'ne havale edilecekti. Milletler Cemiyeti 1924 Eylül ayında meseleyi ele almıştır. Türkiye Musul ve Süleymaniye bölgelerinde halk oylaması yapılmasını teklif ettiyse de İngiltere buna yanaşmamıştır. Milletler Cemiyeti, Musul meselesi hakkında incele­me yapmak ve rapor düzenlemek üzere bir komisyon oluşturmuştur. Komisyon raporunu 1925 Eylül ayında Milletler Cemiyeti'ne sunmuştur.

Rapor Musul'un Irak'a katılması gerektiğini, ayrıca bölge halkının haklarının ga­ranti altına alınmasını tavsiye etmiştir. Bunun için halk oylamasına imkân olmadığı halkın Türkiye'den çok Irak'a bağlılık gösterdiği belirtilmiştir. Bu sırada İngiltere Milletler Cemiyeti'nde etkin bir durumda olduğu için Milletler Cemiyeti Konseyi de bu tavsiyeyi aynen kabul etmiştir. Komisyon raporu Hakkari'yi Türkiye'ye bırak­mıştır. Milletler Cemiyeti Konseyi'nin karan Türkiye'de büyük bir tepki yaratmış ve İngiliz aleyhtarlığının yeni­den kuvvetlenmesine neden olmuştur. Hatta Türk basını bir Türk-İngiliz savaşından bile söz etmeye başlamıştır. Fakat Türk hükümeti daha ileriye gidemedi. Çünkü yıllarca süren savaştan yeni çıkılmıştı ve tekrar savaşmak kolay değildi. Kaldı ki içerde çözüm bekleyen bir sürü ekonomik ve sosyal meselelerin yanı sıra İngilizlerce Şeyh Sait isyanı çıkarılmıştır. Bu sebeple 5 Haziran 1926 da İngiltere ile bir antlaşma imzalayarak, Milletler Cemiyeti kararım kabul etmiştir. Bu antlaşma ile bugünkü Türk-Irak sının çizilmiş ve Musul buhranı sona erdirilmiştir.

b.        Fransa île Meseleler

Fransa ile birinci mesele, Türkiye-Suriye sınırının çizilmesi idi. 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması'nın 8. maddesine göre, Antlaşma'nın imzalanmasından bir ay sonra, Türkiye-Suriye sınırını kesin olarak belirlemek üzere karma komisyon kurulacaktı. Fakat bu mümkün olmadı. Komisyon ancak 1926 Eylül ayında kurulabilmiş ve sınırların çizilmesinde anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Bir kısım topraklar üzerinde taraflar karşılıklı görüşler ortaya atmışlardır. Bunun üzerine Türk ve Fransız Hükümetleri doğrudan doğruya diplomatik görüşmelere başlayarak, 18 Şubat 1926 Antlaşması'yla bu meseleyi sona erdirmişlerdir. Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi adını alan bu antlaşma, sadece Türkiye-Suriye sınırını çizmekle kalmamış olup, genel olarak Türk-Fransız münasebetlerini de düzenlemiştir. Buna göre taraflar, aralarındaki anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözecekler ve taraflardan birine silahlı bir saldın halinde, diğeri tarafsız kalacaktır. Bu antlaşma 18 Şubat 1926 da paraf edilmekle beraber, Fransa hemen imzaya yanaşmamıştır. Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul anlaşmazlığının çözümlenmesini beklemiştir. Türkiye, Milletler Cemiyeti'nin kararını kabule karar verdikten sonra, Fransa Sözleşmeyi 30 Mayıs 1926'da imzalamıştır.

Türk-Fransız münasebetlerinde çözülmesi gereken ikinci mesele, Türkiye'deki Fransız misyoner okulları konusu olmuştur. Türk Hükümeti bir yönetmelik hazırlayarak bu okullarla, diğer yabancı okullarda okutulan, Tarih ve Coğrafya gibi derslerin Türkçe olarak ve Türk öğretmenler tarafından okutulması prensibini kabul etmiştir. Bu okullar buna yanaşmak istemeyince, Türk Hükümeti de sadece bu okulları kendisine muhatap alarak, Fransa’yı ve Papalığı işe karıştırmamıştır. Fransa daha ileri gidememiş, ancak bu olay iki devlet arasındaki münasebetleri zayıflatmıştır.

Borçlar meselesi ise daha şiddetli görüşmelere sahne olmuştur. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, en fazla Fransa'dan borç almıştı. Lozan Konferansı'nda borçların ödenme şeklinin borçlu olunan ülke ile Türkiye arasında yapılacak görüşmelerle tespit edilmesine karar verilmişti. 13 Haziran 1928'de imzalanan antlaşmalarla ödenecek borcun miktarı ve ödeme şekli de bir formüle bağlandı. Bu antlaşmalarla, Osmanlı Duyûn-u Umumiye İdaresi tarihe karışmış oluyordu. Fakat 1929 dünya ekonomik buhranı Türkiye'yi de zor duruma sokmuş ve ödeme güçlükleriyle karşılaşmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı Hoover, 1931 yılında, kendi adını alan moratoryum (borç ödeme tehiri) ilân edince, Türkiye de buna dayanarak borç ödemeyi geciktirmek istemiştir. Alacaklı olan devletler, Osmanlı borçlarının onarım borcu olmadığını ileri sürerek, buna itiraz edince, görüşmeler yeniden başlamıştır. 22 Nisan 1933' de Paris'te yeni bir borç sözleşmesi imzalanmıştır.

Bu sözleşme Türkiye'nin daha lehine olmuştur. Borçlar me­selesinin ilk çözümünü oluşturan 1928 Antlaşmaları'nın hemen arkasından, Fransa ile Adana- Mersin demiryolunun satın alınması meselesi ortaya çıkmıştır. Türkiye Kapitülasyonların kalıntılarını temizlemek amacıyla, 1929'da çıkardığı kanunla, bir Fransız şirketi tarafından işletilen Adana-Mersin demiryolunu satın almak isteyince, Fransa buna karşı çıkmıştır. Fransa Türkiye'nin yeni durumunu bir türlü anlamak istemiyordu. Ancak Fransa işi fazla uzatmamış ve 1929 Haziranı'nda yapılan bir antlaşma ile Adana-Mersin demiryolunu Türkiye'ye teslim edilmiştir.

c.        Türk- Yunan "Etabli" Anlaşmazlığı

Lozan Barış Konferansı'nda Türkiye'de kalan Rumlarla, Yunanistan'da kalan Türklerin değişimi meselesi hususunda bir sözleşme ve protokol imzalanmıştı. Bu sözleşme ile karşılıklı nüfus değişimi yapılacak, yalnız 30 Ekim 1918'den önce İstanbul Belediye sınırlan içinde yerleşmiş bulunan Rumlarla Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacaktı. İstanbul'da mümkün olduğu kadar fazla sayıda Rum bırakmak isteyen Yunanistan her ne suretle olursa olusun 30 Ekim 1918'den önce İstanbul'da bulunan bütün Rumların yerleşmiş sayılması gerektiğini ileri sürdü. Türkiye'ye göre ise "etabli" (yerleşmiş) deyiminin anlamının Türk kanunlarına göre belirlenmesi gerektiğini savunuyordu. Anlaşmazlık Milletler Cemiyetine havale edilmiştir. Fakat orada da çözülememesi üzerine Türk-Yunan ilişkileri gerginleşmiştir. Yunanistan'ın Batı Trakya Türklerinin mallarına el koyarak buralara Türkiye'den gelen Rumları yerleştirmesi buna karşılık olarak Türkiye'nin de İstanbul Rumlarının mallarına el koyması gerginliği artırdı. Anlaşmazlık yayılınca beriki taraf da işi siyasal bir anlaşma ile çözümleme yoluna gitmiştir, 1 Aralık 1926'da bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma ile ahali değişimi meselesi büyük ölçüde çözümleniyordu. Ancak yine bir takım anlaşmazlıklar çıkmış ve Türk Yunan münasebetleri gerginleşmiştir. Bir savaş havası esmeye başlayınca, Yunan Başbakanı Venizelos, Türk-Yunan münasebetlerindeki gerginliğin Yunanistan'a vereceği siyasal ve ekonomik zararı göz önüne alarak yumuşama yoluna gitmiştir, iki devlet arasında ahali değişimini yeni esaslara göre düzenleyen 30 Haziran 1930 tarihli Antlaşma imzalanmıştır. Bu Antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi "etabli" (yerleşmiş) deyiminin kapsamı içine alınmıştır. Ayrıca her iki ülkenin azınlıklarına ait mallar konusunda da bir çok düzenlemeler yapılmıştır. Bu şekilde anlaşmazlıklar sona erdirilmiştir.

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.