ABAYLAR
Aksaray
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.02
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2419.0
  • BIST
    9618.83
  • BTC
    69294.62$

ONU GÖRMEK DEMEK?      

08 Kasım 2024, Cuma 05:57

       Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün sadece Türk Milleti için değil, dünya için ne kadar kıymetli olduğu, vefat ettiği zaman yabancı siyasilerin hakkında söyledikleriyle, yabancı medyanın yaptığı haberlerle bir kez daha görülmüştü.  Yüzlerce şair ise Atatürk'ün kıymetini ve hayatını kaybetmesiyle yaşanan acıyı şiirleriyle dile getirmişti.

'Yüzyılımızda, 'Olmayacak hiçbir şey yoktur.' şeklindeki tarihi gerçeği ispatlayan ilk adam olmuştur." dediler onun için.

  'Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir.' dediler. 

 İslam ülkeleri de dünya ya sesleniyor ve  "İslam dünyasının büyük insan yetiştirme gücünü yitirdiğini öne sürenler, Atatürk’ü hatırlamalı ve utanmalıdırlar.' diye övgü ifadeleri ile onu andılar. En büyük düşmanları bile bakın ne demişti!?

- Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Ulusu'nu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıftan kişinin O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye'nin Ata'sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir.
İngiltere Başbakanı Winston CHURCHILL

-  Atatürk yalnız Türk tarihinin büyük bir siması değil, aynı zamanda bir büyük barış adamıdır. O'nun yeni Türkiye'yi yaratan eseri, yüzyıllara intikal eden bir anıt olarak kalacaktır." Yunanistan Başbakanı Ioannis METAKSAS

'-  Tarih çok büyükler gördü. İskenderler’i, Napolyon’ları, Washington’ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı.'  Fransız Basını

        Türk milletinin evladı sanılan  bazı divaneler ise   onu ve fikirlerini yok etmek için tuzaklar kuruyorlar, suikastlar düzenliyorlardı.   İzmir Suikastı sonrası;

- Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.”  diyecek ve son nefesine kadar milli iradeyi hakim kılmak, bağımsız bir devlet yaratmak için çalışmaya devam edecekti.
 

 

Hastalık kesin olarak 1 Ocak 1938 günü Yalova’da Prof. Dr. Nihat Reşat BELGER tarafından teşhis edilmiş ve o günden sonra Türk Hükümeti ve doktorlar ciddi bir uğraşla sirozun seyrini yavaşlatacak tedbirlere başvurmuşlardı. Fakat Atatürk yaratılışında bir insanı, mutlak istirahatın kuralları altında uzun bir süre tutabilmek imkansız gibiydi. Kısa bir istirahat devresinden sonra Merinos fabrikasının açılış töreninde bulunmak ve ekonomik gelişmeyle ilgilenmek üzere Gemlik ve Bursa’ya yorucu bir seyahat yapmıştı.

İstanbul’a döndükten sonra yaptığı bir gezintinin ardından gribe yakalanmıştı. Bu yorgunluk ve gribin sonrasında da Balkan Antantı toplantısı dolayısıyla Ankara’ya dönmüş, görüşmelerde bulunmuş ve Balkanlı diplomatları, gazetecileri kabul etmişti. Misafirler şerefine 27 Şubat Pazar günü Çankaya köşkünde bir çay da vermişti. Atatürk o akşam gazetecilerin Balkan Antantı hakkındaki sorularını cevaplandırmıştı.

 

O günlerde Atatürk’ü meşgul eden önemli olay Hatay meselesiydi. O, Hatay’ın bir an evvel Suriye’den ayrılmasını ve Türkiye’ye katılmasını istiyordu. Fransız bir gazetecinin Atatürk’ün felç olduğu yönündeki yazısı, istirahatını yarıda kesmesine ve Hatay meselesi için ağırlığını koymak maksadıyla 15 Mayıs günü Mersin’e gitmesine yol açtı. Atatürk, Mersin’de çok heyecanlı günler geçirmiş, özellikle askeri birliklerin kırk dakika süren geçit törenini; sağlıklı günlerinin ruh hali ve zindeliği ile ayakta takip etmişti. Ankara’ya döndüğünün ertesi günü, beraberinde Yugoslavya Genelkurmay Başkanı da olduğu hâlde stadyumda 19 Mayıs şenliklerinde bulunmuştu. Hemen o akşam İstanbul’a hareket etti. Mayısın son günleri Dolmabahçe Sarayı’nda geçti.

Romanya kralını, 19 Haziranda kabul etmiş ve kendisiyle yetmiş dakika süren bir görüşme yapmıştı. Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakanı, bakanları, Genelkurmay Başkanını kabul etmeye devam etti.

Karnından su alınırken ölüm ihtimalini düşünen Atatürk, vasiyetnamesini hazırlayarak resmi işlemlerini yaptırdı. Bir yandan da hükümetin yeni programının esaslarını ve önemli noktalarını Başbakandan dinleyerek görüşlerini bildiriyordu. Atatürk bu görüşmenin sonunda Başbakana dünyanın büyük bir buhrana doğru gitmekte olduğunu ve bunun karşısında alınacak tedbirleri işaret ederek hükümetin bu yönde dikkatini çekiyordu.

17 Ekim gecesi ilk komasına giren Atatürk gözlerini açtığı gün yine Başbakanı çağırarak onunla ülke işlerini görüştü. Ayrıca Ankara’ya giderek Cumhuriyet Bayramında bulunma isteğini bildirdi. Tribüne bir asansörle çıkacak, oradan milletin bayramını kutlayacaktı. Terzisi karın şişliğine göre frakını hazırlamıştı.

Başbakan o yılın Cumhuriyet Bayramını Atatürk’ün Türk ordusuna gönderdiği eşsiz ve değişmez mesajla açtı. Cumhuriyet Bayramının şenlikleriyle heyecanlanan Atatürk o gece ikinci komasına girdi.

10 Kasım sabahı büyük devlet adamı, kahraman ve milletin sevgilisi Atatürk vazifesini fazlasıyla yapmış insanların bahtiyarlığı içerisinde ebedi hayata irtihal etti.

Atatürk’ü hasta olmasına rağmen ülke ve dünya sorunlarıyla bu kadar fazla ve çok yakından ilgilendiren nedenler ne idi? Neden kesin istirahat gerekirken bunu hiçbir zaman gerçekleştirmeyi düşünmedi. Neden tedavisine öncelik ve ağırlık vermedi? Çünkü Atatürk’ün kendi hastalığıyla geçirecek vakti yoktu. O dünyayı saracak büyük bir savaşın yaklaşmakta olduğunu görmüştü. Bunun Türkiye’yi de etkileyeceğini biliyordu. Bu etkinin Türkiye’ye zarar vermeden hatta yararlar sağlayacak boyutlara ulaşması için gayret sarf ediyordu. İşte Hatay meselesindeki tavrı bunun ispatıydı.

Hem yabancı diplomatlarla görüşerek Türkiye’nin nerede ve nasıl yer alacağını tespite çalışıyor hem de hükümetin alacağı tedbirleri belirliyordu. Ayrıca gerek Donanma Komutanıyla ve gerekse Genelkurmay Başkanıyla görüşmeleri askeri açıdan da hazırlıkların tamamlanması gerekliliğini gösteriyordu. Cumhuriyet Bayramı’na verdiği önem ve törenlere katılmak istemesi Yüce Önderini aralarında görmek isteyen halka moral vermek, Cumhuriyete bağlılığın önemini vurgulamak, dost düşman herkese kararlılığımızı ve tek yumruk olduğumuzu göstermek içindi.

Son nefesine kadar, esaretten kurtardığı millet, işgâlden kurtardığı vatan ve insanca çağdaş bir devlet olarak yaşamanın bir göstergesi olarak kurduğu Cumhuriyet için çalıştı.


"  Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.".demişti bizlere.   Anladık mı? Hissettik mi?    Onu alkolik, dinsiz,  diktatör vb.  göstermeye çalışanlara ne  söyleyebildik?  Yetmedi, anneciğine saldıran alçaklara bile sessiz kaldık.

            Anlamayın, hissetmeyin diye neler yapılıyor, neler? Boş mu duracaklardı?   Ne zaman düşmanlarımız uyudular ki? Kurt yoksa meydanlar her zaman çakallara kalmadı mı? Ne yaparlarsa yapsınlar, Türk çocuğu atasını unutmamalı, unutturmamalı. Bunun için muhtaç olduğu kudretin damarlarındaki asil kanda mevcut olduğunu hatırlaması yeter.  Hadi be çocuk! Titre ve özüne dön.  Onu gör, anla artık.

"Türk milletinin eşsiz evladı Atatürk! Sen ebedi istirahatgâhında rahat uyu. "En büyük eserim." dediğin Türkiye Cumhuriyeti  Türk Milletine emanettir.  Mekanın cennet olsun inşallah.

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.