ABAYLAR
Aksaray
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.02
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2419.0
  • BIST
    9618.83
  • BTC
    69294.62$

ŞEYH SAİT DARBESİ (ŞUBAT - HAZİRAN 1925 )     (4)

31 Aralık 2023, Pazar 10:31

Lord Curzon’un, 23 Ocak 1923 tarihinde Lozan Konferansı devam ederken ,

 “...Kürtlerin Türk yönetiminden memnun olmadıkları ve bunu sürekli olarak açıkladıklarını herkes bilmektedir. Dört yıldır İngiliz Hükümetine, hayal kırıklığına uğramış Kürtlerden gelen ve Kürdistan’ın bağımsızlığı ya da özerkliği ile meşgul olmamızı isteyen protestolar yağmaktadır.”

şeklinde ifade ettiği sözlerini doğrular mahiyetteki hareketler, planlandığı gibi yeni kurulan Türk devletinin başına getiriliyordu.

- Genç Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı ile elde edilen zaferin rehavetine dalacak,

- Mecliste oluşan muhalif cereyanlar ve bunları maskelemek için kullanılan Saltanat-Hilafet tartışmaları halkı yeni rejimden soğutacak,

- Halk iktisadi sıkıntılarla bunalacak,

- Dış politika başarısızlıkları yeni devletin milletlerarası itibarını sarsacak, ve işte tam bu sırada silahlarda patlayacaktı.

Ne çare ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Çünkü, Şüheda kanı ile yoğrulmuş bu toprakların asıl sahibi yüce Allah, tuzak kuranların hesaplarını bozacak kudrete de sahipti. (İnkarcılar seni tutup bağlamak, öldürmek için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken, Allah da onlara tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Enfal Suresi 30. Ayet)

  Hesapları alt üst eden  J. Mülazım(Teğmen) Hasan Hüsnü Efendi ve yanındaki 10 kişilik jandarma müfrezesi, 13 Şubat 1925 Pazar günü öğleye doğru, Piran’ a (O zaman Genç ili Eğil İlçesine bağlı bir köy olup bugün Diyarbakır iline bağlı Dicle ilçesi) gelecek ve orada patlayan silahlar  Darbenin planlanandan  zamandan çok önce başlamasına neden olacaktı.''  Silahlar acaba neden vakitsiz patlamıştı?

 Kürtçülüğün İçyüzü, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı adlı eserlerde yer verildiği üzere, Suriye'de bulunan ünlü İngiliz casusu Albay Lawrence tarafından kaleme alınan ve imzalanıp yayılmasının temini için İstanbul'da bulunan Seyyid Abdülkadir'e yollanan bir FETVANAME hazırdı.( Orjinali Arapça yazılıdır.)   Buna göre;

Kurulduğu günden beri dini mübini Ahmedinin temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti reisi Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kur'an ahkamına aykırı hareket ederek,   Allah'ı ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslam'ı sürgüne gönderdikleri için, gayrı meşru olan  idarelerinin yıkılması bütün müslümanlar üzerine farzdır. Cumhuriyetin başında olanların mal ve canlarının   Şeriat-ı Garrayi Ahmediyeye göre helal olduğu ilan olunur.

 Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Seyyid Abdülkadir, İngiliz Gizli Servisi ve İstanbul'da ki İngiliz Büyükelçiliği ile çok yakın irtibat içindeydi. Başlangıçta gizli tutulan ''Kürt Devleti'' fikri, sınırlı sayıda lider kadro için açık bir konu iken, sürekli zikredilecek olan asıl tema Fetvanamede de belirtildiği üzere;

 ''Saltanatsız - Hilafetsiz olamayız. Bunlar bizi dinsizliğe götürüyorlar. Ecdadımıza ve dinimize sövüyorlar. O halde bu idareyi yıkmak dini bir görevdir, farzdır.''

 olacaktı. Fetvaname Arapça yazılmıştı. Peygamber soyundan olduğu iddia edildiği için SEYYİD ünvanı ile anılan Abdülkadir'in imzası, insanların dini duygularının istismarında büyük kolaylık sağlayacaktı. Kendisi aynı zamanda bir Nakşibendi Şeyhi idi. İmzalı olarak eski Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya'ya İstanbul'da teslim edildi ve Şeyh Sait'e gönderildi. Şeyh Sait'de  Hınıs'da fetvanameyi teslim alır almaz imzaladı ve bölgedeki Aşiret reislerine, ağalara ve güvendiği insanlara dağıtmaya başladı. Bölgedeki hakim otorite Aşiret reisleri, ağalar ve tarikat şeyhleriydi. Halk, cehaletle ve sefaletle boğuşmaktan henüz kurtulamamıştı. Onlar ne derse yapmaya da hazırdılar. Sadece yoğun olarak Varto ve Kığı çevresindeki bölgede yaşayan Hörmekli, Lolanlı Aşireti aydınları bu yaklaşımları kabul etmeyecek ve gizli bir mektupla gelişmeleri devlete bildirmeye çalışacaktı.

 Şeyh Sait, fetvanameyi dağıtmaya ve silahları ile harekete geçecek Aşiret reisleri, Ağalar ve Şeyhler ile görüşmeye  devam ediyordu. Halka söylediği şeyler;

''Din elden gidiyor. Elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükselmesine gayret ederim. Herkes kendini ve adamlarını, müritlerini savaşmaya hazırlasın.''

şeklinde oluyordu.

08 Ocakta Solhan'da Şeyh Abdullah ile

09 Ocak ta Çan Köyü'nde Şeyh Mustafa ile,

12 Ocak'ta Çapakçur(Bingöl)  merkezi ve ertesi gün Simsor Köyü'nde,

15 Ocak'ta Genç il merkezinde ( O zamanlar Bingöl yani Çapakçur henüz il değildi. 1936'da il oldu ve Genç'te ilçesi yapıldı.),

21 Ocak'ta Lice,

25 Ocak'ta Hani'de Ağa, Şeyh ve Aşiret reisleri ile toplantılar yaptı. Dolaştığı yerlerde '' Cumhuriyet Hükümetini tanımıyoruz.'' ifadeli imzalı belge alıyordu. Toplantılardan Genç Valisi İsmail Hakkı Bey başta olmak üzere idarecilerin bilgisi olmasına rağmen, gereken önlemler alınmıyor, devlete yanlış bilgi aktarılıyordu.  Vali:

''Şeyh Sait her sene olduğu gibi bu senede Palu'daki ecdad mezarlarını ziyarete gitmektedir. Asayişi bozacak bir durum yoktur.'' telgrafı çekmişti. Darbeden endişe duyan ve gelişmeleri anlatarak kaymakamı ikaz eden Çapakçur İlköğretim Başöğretmeni Mehmet Zeki Dündaralp gibi yiğit vatan evlatları ise ''Garaza Dayalı İftira'' gerekçesiyle meslekten çıkarılıyor, hapis cezası ile cezalandırılıyor ve cezaevinde Şeyh Sait'in adamlarınca öldürülüyordu. FETÖ'nün devleti sarmaşık ağı gibi kontrol altına almaya çalıştığı sırada, vatan ve millet sevdalısı insanların ''Ergenekon'cu, Balyoz'cu vb.'' gerekçelerle nasıl cezaevlerine tıkıldığını, mesleklerinden edildiğini hatırlıyor musunuz? O dönemde de işler aynı şekilde yürüyordu.

  Şeyh Sait, oğlu ve yüzden fazla silahlı muhafızı ile beraber  12 Şubat 1925’te, Piran’da (Bugün ki, Diyarbakır ili Dicle ilçesi) bulunan kardeşi Şeyh Abdurrahim’in evine geldi. Şeyh, beyaz atı, kınalı beyaz sakalları, sürme çekilmiş gözleri, sarığı, cübbesiyle heybetli görünüyordu. Tekbirlerle karşılandı. Çevredeki bütün yerleşim yerlerinden şeyhler, ağalar, aşiret reisleri de gelmişti. Herkese yapılması gereken hazırlıklar anlatılıyor, silah - cephane ve diğer malzeme durumları da görüşülüyordu. 13 Şubat’ta nahiyede bulunan jandarma karakolundan  Jandarma Teğmen Hasan Hüsnü  ve müfrezesi harekete geçti. Görevleri Şeyh Sait ile birlikte Piran'a geldiğini öğrendikleri 5 firari mahkum ile birkaç asker kaçağı olarak aranan  kişinin yakalanmasıydı. Eski bir mahkumun evinde hepsini kıstırmışlardı. Hepsi de silahlı olan bu kişilerin teslim olmalarını istediler. Başlangıçta kendisi hakkında da işlem yapılacağından  şüphelenen Şeyh Sait durumu öğrenince Teğmen'e ricacı gönderdi ve

'' Biz onlarla beraber geldik, yoldaşız. Kendilerine şu ara  bana bağışlayın ve ben buradayken  bir şey yapmayın. Hele ben bir gideyim, sonra ne isterseniz yaparsınız. Gerekirse biz de onları size gönderebiliriz.''

dedi. J. Teğmen ise görevini yerine getirmekten vazgeçmeyeceğini, kan dökülmeden teslim olmalarının sağlanmasını istedi. Önce bunu sağlayacakmış gibi bir tavır içinde oldular ve evdekiler ile görüştüler. Sonra,  hem evden hem de silahlı olarak bekleyen dışarıdaki Şeyh Abdurrahim ve adamları ile birlikte jandarmayı iki ateş arasında bırakacak planlarını uyguladılar. Bir jandarma eri şehit olmuş, teğmen ve bir jandarma eri de yaralanmıştı. Hepsi esir edildiler. Artık darbenin ilk silahı patlamıştı. Olayı ört bas etmenin de imkanı yoktu. İki yıldır alt yapısı oluşturulmaya çalışılan darbe, planlanandan çok daha önce uygulamaya konulacaktı. Hemen bölgedeki telgraf ve jandarma telefon telleri kesilerek haberin geç duyulması için önlemler alındı. Daha önceden anlaşma sağlanan bütün Aşiret, Ağa  ve   Şeyhlere harekete geçmeleri duyuruldu. Duyuru bildirilerini 

''Emir-ül Mücahidin, Muhammed Sait Nakşibendi'' 

olarak imzalıyordu. Sadece bu ad bile harekete geçecekler için çok etkileyiciydi. Ayrıca İslam'ın ve halifenin temsilcisi olduğunun altı çiziliyordu. Buna göre herkes ''Mücahid'' sıfatıyla gazaya iştirak edecekti. Kardeşi Şeyh Abdurrahim'i  Piran bölge komutanı yaptı. Darbenin geçici yönetim merkezi olarak Darahini(Genç) il merkezini planlamışlardı. Asıl merkez ise Diyarbakır olacaktı. Adamlarını kısa sürede Genç istikametine yöneltti ve 16 Şubat'ta Genç ilçesini ele geçirdiler. Vali ve bütün devlet memurları esir edildiler. Cezaevindeki mahkumlar çıkarıldı ve yerlerine esir edilenler konuldu. Bundan sonra bütün esirler ve toplanan vergiler Genç'e getirilecekti. Başlangıçta 300 kişi kadar olan kuvvetlerine binlerce kişi katılıyordu. Bu arada herkesin kulağına şöyle fısıldanıyordu:

 ''Şeyh Sait dini kurtarmaya memur edilmiş kişidir ve Padişah Abdülhamit Hazretlerinin oğlu Selim Efendi'de sınırda 40.000 kişilik ordusu ile beklemektedir.''

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.