ŞEYH SAİT DARBESİ (ŞUBAT-HAZİRAN 1925) (6)
02 Ocak 2024, Salı 09:4024 Şubat 1925'te hazırlanan Ayaklanmayı Bastırma Planı ile bölge büyük kuvvetler tarafından sarılacaktı. Yığınaklanma tamamlanıncaya kadar bölgedeki birlikler kesin sonuçlu muharebeye girmeyecekti. 25 Şubat'ta bölgenin batı ve kuzeyindeki birliklerin (6, 8 ve 9 uncu Kolordular) sevk ve idaresini Gnkur. Başkanlığı bizzat üstlendi. Bölgenin doğu ve güney cephesi ise 3 üncü Ordu Müfettişliğine bırakıldı.
Meclis’te bu sıralarda Terakkiperver Cumhuriyet Partisi üyeleri ve Başbakan Fethi Okyar, Darbeyi İRTİCAİ bir isyan hareketi mahiyetinde görüyorlar ve şark vilayetlerine münhasır olduğunu kabul ederek, örfi idare tedbirlerinin yeterli geleceğini ileri sürüyorlardı. İsmet İnönü’nün temsil ettiği CHP Gurubu ise; bu olayları geniş bir darbenin parçası olarak telakki ediyor, rejimi devirmeye yönelik memleket çapındaki bu fesat hareketin yok edilmesi ve Cumhuriyet rejimini tamamlayacak hareketlerin yapılması için elverişli şartların sağlanması maksadıyla, en sert tedbirlere hemen başvurulmasını istiyordu. Bu tedbirlerin başında İstiklal Mahkemelerinin kurulması, darbeciler ve onları destekleyici neşriyat yapan gazetelerin sahip ve yazarlarının cezalandırılması geliyordu.
Atatürk'te 02 Mart’ta bir konuşma yaparak; İstiklal Mahkemelerinin teşkili, basının kontrolü ve fesatçı hareketlerin önlenmesi üzerinde durmuştu. Buna rağmen Fethi Okyar, bizzat kendi kabinesinin ilan ettiği örfi idare rejiminde hafifletmeler yapmak istiyor ve kabine üyeleri ile arasında münakaşalar çıkıyordu. Parti grubunda yapılan tartışmaların sonunda, “Cumhuriyetin en uzak tehlikelerden dahi korunması ve halkın sükun ve rahatı namına, hükümetin kendisine düşen vazifeleri ifada çok azimli ve basiretli olmasını” isteyen bir önerge verilmiş ve 60 oya karşı 94 oyla kabul edilmişti. Bu sonuçla Fethi Okyar aynı gün istifasını Cumhurbaşkanı Atatürk’e sundu.
03 Mart’ta yeni hükümetin kurulması görevi İsmet İnönü’ye verilmiş ve yeni kabine 04 Mart günü kurulmuş, İnönü parti grubunda darbenin bastırılması için şu tedbirleri “İçişleri Programı” olarak teklif etmiştir. Buna göre;
- Örfi idare ilan edilen bölgelerdeki suçlar için İstiklal Mahkemesi teşkil edilecektir. İdam kararları derhal uygulanacaktır.
- Örfi idare dışında kalan suçlar için ikinci bir İstiklal Mahkemesi Ankara’da teşkil edilecektir. İdam kararları Meclisin tasdikinden sonra uygulanacaktır.
Yeni kabine ve programı 23 ret, 2 çekimser ve 155 kabul oyuyla güven oyu almıştı. Aynı gece “Takriri Sükun” kanunu iki yıl süreli olarak kabul edildi ve kanun 22 aleyhte oya karşı 122 oyla kabul edildi. 7 Mart’ta da İstiklal Mahkemelerinin başkan ve savcıları atandı.
Yeni hükümet vazifeye başlamış, Şark vilayetlerinde ilan edilen seferberlik hızlanmış ve ilk yardım kuvvetleri Diyarbakır’a yetişmişti. 08 Mart’ta Şeyh Sait’in adamları Diyarbakır önlerinde yüzlerce ölü bırakarak kaçarken; uçaklarla bölgedeki yerleşim yerlerine atılan Atatürk tarafından yazılmış 07 Mart tarihli beyanname ile millete şöyle sesleniliyordu.
- Olaylar, kanunen suçlu olan bazı sözü dinlenir kişiler ile din maskesi altında kendilerini saklayanların mahsulüdür. Hadise bütün vatandaşlarca nefretle karşılanmış ve civar halk Cumhuriyetin savunulması için ayaklanmıştır.
- Hükümet, emniyet ve asayişi tehdit edebilecek bütün unsurlara karşı özel kanunla önleyici tedbirleri almıştır, azim ve inançla tatbik edecektir. Cumhuriyeti tahrip edecek yayın ve zehirlemeleri yayanlar; ordusunu ve subaylarını küçümseyecek olanlar şiddetle cezalandırılacaktır.
- Her saadetin, her faaliyetin ve bilhassa İktisat ve ticaretteki gelişmelerin şartı; huzur ve sükunet, emniyet ve asayişin bozulmamasıdır. Bu sebeple Cumhuriyet polisi - jandarması ve ordusunun şeref ve itibarı her görüşün üstündedir. Bu şeref ve itibara riayet talep ederim.
- Devlet görevlilerinin, Cumhuriyet ordusu mensuplarının, vatanın iç ve dış bütünlüğü uğrunda fedakarlık ve yüksek vazife hisleri içinde olmalarını beklerim. Bütün hükümet görevlileri, bir olay vuku bulduktan sonra bastırmaktan ziyade, o hadise olmadan önlenmesi hususunda yetkilidir. Bu görevin eksik yerine gelmesinin mesulleri de mutlaka cezalandırılacaktır.
- Devletin sarsılmaz nüfuz ve kudreti; sokaklarda dolaşan sarhoşların, dağlardaki hırsızların, herhangi bir maksatla Cumhuriyetin silahlı vasıtalarına karşı koymaya yeltenen asilerin ve milletin masum fikirlerini karıştırıp bozanların, mümkün olduğunca süratle cezalandırılmasını emretmektedir. Mülki ve askeri devlet memurlarını, her şeyden evvel bu yüksek vazifelerini duraksamadan ve şiddetle yerine getirmeye davet ederim.
Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal
09 Mart’ta, isyanın dışarıdan desteklendiği ve dış ülkelerce Kürdistan Krallığı’nın benimsendiğine dair, İngiltere’nin bazı silah fabrikalarının kataloglarını ve mektuplarını haiz ve üzerlerinde “Kürdistan Kraliyeti Harbiye Bakanlığı” adresi yazılı zarflar Diyarbakır’a gelmişti. Darbenin olacağı ve yeni ''Kürdistan'' Başkentinin 9 Mart’ta Diyarbakır’da kurulmuş olacağı hesap edilmişti.
Yığınaklanmasını tamamlayan ordu birlikleri 26 Mart’ta Varto, Elazığ ve Diyarbakır istikametlerinden harekete geçtiler. Ayaklanma bölgesi cephelere ayrıldı. Çember yavaş daraltılarak imhaya başlanıldı. Batı cephesi güçsüz, doğu cephesi güçlü tutularak İran ve Irak'a kaçışlarını önlemek esas alındı. Ayaklanmacıların Bingöl, Genç ve Lice üçgeninde imhası planlandı. Bu plan dahilinde başlayan harekat safha safha devam ederek Şeyh Sait'in yakalanmasına kadar sürdü.
15 Nisan 1925'te, Varto Abdurrahman Paşa Köprüsü civarında yakalanan Şeyh Sait'in yanında 4500 altın ile bol miktarda belge ele geçmişti. İlk ifadesinde '' Her taraf karla kaplıydı ve kışın uzun süreceği anlaşılıyordu. Büyük kuvvetler yetişemez sandık. Fakat kuvvetler yetiştiler.'' diyecekti.
13 Şubat 1925’ten 15 Nisan 1925 tarihine kadar 62 gün devam eden darbenin askeri harekat safhası sona ermişti. Şeyh Sait ve çoğunluğu Hamidiye Alayları'nda görev yapmış komuta kademesinin ele geçirilmesinden sonra dağlara kaçarak saklananlara yönelik askeri temizlik hareketleri bir ay kadar daha sürmüş ve nihayet seferberliğin 31 Mayıs 1925’te kaldırılarak, silah altına alınan tecrübeli asker durumundaki Mehmetçiklerin 01 Haziran 1925 tarihinden itibaren terhislerine karar verilmişti.
Bu süreçte 16 subay ile 106 erimiz şehit olmuş, 17 subay ile 300 den fazla erimizde yaralanmıştır.
Bu gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanı olarak Gazi Mustafa Kemal bir bildiri yayımlar:
......Cumhuriyeti korumak için göreve koşan kahraman ordumuzun askerlerini, komuta heyetini sevgi ve sevinçle tebrik ederim. Bu sırada ordumuzu isabet ve başarıyla sevk ve idare etmiş olan Gnkur. Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'a güven ve teşekkürlerimizi millet önünde tekrar söylemek ve ilan etmek isterim.
Türk Milleti, Cumhuriyetin korunmasına, vatanın gelişmesine ve milletin yükselme yolunda çalışmasına engel olmak isteyenleri hayal kırıklığına uğratacağını ispat etmiştir.
.....Cumhuriyeti savunmuş olmanın verdiği haklı şeref ve gurur hisleri ile yuvalarına dönmeye başlayan evlatlarımızı sevgi ve minnetle tekrar selamlarım.
Bu sırada ''Darbenin'' İstanbul'dan destekçisi ve lideri, Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Seyyid Abdülkadir ile oğlu Seyyid Mehmet, Palu'lu Sadi, Erbilli Nafiz, tutuklanarak Diyarbakır'a yollanırlar. Orada Diyarbakır'lı Hacı Ahti Mehmet, Bitlisli Kemal Fevzi gibi diğer destekçi ve planlayıcılar ile birlikte yargılanmaya başlarlar. Özellikle Cemiyetin temsilcisi olarak İngilizlerle teması sağlayan Sadi'nin ifadesi, Kemal Fevzi'nin açıkça,
''Kürtlük ve bir Kürt Hükümeti kurulması için çok çalıştım. Bir kısmımız muhtariyet bir kısmımız ise istiklal istiyordu.''
gibi net ifadeler kullanması sonrası sonuca çabuk ulaşıldı. 27 Mayıs 1925'de bu altı kişinin idamı kararı çıktı. Bu karar üzerine; peygamberimizin soyundan geldiğini iddia eden Seyyid Abdülkadir,
''Beni idam ederseniz, Kürtlerle Arapların birleşmesine sebep olursunuz! '' diyecekti.
Üç gün sonra Diyarbakır Ulucami önünde idam edildiler.
26 Mayıs’ta, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren, iddianameyi okuduktan sonra davayı özetle şöyle anlatacaktır.
“Türk Ülkesinin şark vilayetlerinde içerden ve dışarıdan desteklenen bir isyan(darbe) hadisesi vardı. Bu hadise, güya İslam dininin yükseltilmesi perdesi altında meydana getirilmiştir. Halbuki asıl gaye, Türk vatanının muayyen bir kısmını ana yurttan ayırmak, vatanın birlik ve beraberliğini bozup dağıtmaktan ibaretti.”
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.