ABAYLAR
Aksaray
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.02
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2419.0
  • BIST
    9618.83
  • BTC
    69294.62$

ŞEYH SAİT DARBESİ  (ŞUBAT- HAZİRAN 1925)        (7)        

03 Ocak 2024, Çarşamba 09:07
ŞEYH SAİT DARBESİ  (ŞUBAT- HAZİRAN 1925)        (7)        

     Savcı tarafından, 27 Haziran’da yapılan Şeyh Sait ve adamları ile ilgili mahkemenin son celsesinde ise “Bu isyanı(darbeyi) tahrik eden ana fikrin, vakti ile Arnavutluk ve Arap ihtilalleri fikri ile aynı olduğunu, din perdesi altında girişilen bu hareketin dinle katiyyen alakalı bulunmadığı'' izah edildikten sonra sanıkların cezaları teklif edilmiştir.

         28 Haziran 1925’te ise Şark İstiklal Mahkemesi Başkanı Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Kansu kararı tebliğ etmiştir. Özetle;

- Yargı bölgesi içindeki bütün tekke ve zaviyelerin kapatılması ve kaldırılmasına karar verilmiştir.

-  Şeyh Sait ile birlikte 29 kişi idama mahkum edilmiş ve aynı gün Diyarbakır'da icra edilmiştir.

- Genç valisinin 10 sene hapis ve devlet hizmetinden men cezasına, Genç de görevli J.Yzb. Ali Avni ve J. Teğmen Mihri'nin askerlikten tard ile 10 yıl hapsine karar verilmiştir.

- Darbeye katılanlardan bir kısmına da 10-15 yıl arasında değişen kürek cezası verilmiştir.

   Yaşanan olaylar sonucunda;

- Mecburi olarak darbeyi bastırmakla görevlendirilen ordunun gücü ve etkinliği azalmış, Musul meselesi için planlanan aktif tedbirler alınamamıştır.

- Bölgede büyük can ve mal kayıpları olmuş ve  Türkiye Cumhuriyeti bütçesi iki yıl açık vermiştir.

- Darbecilerin bölgede başlattığı bütün isyanlar için başlangıçta masum veya birtakım amaç dışı maskeler kullanılmış, hepsinde bölücülük ortak payda olmuştur.

 - Darbeciler amaçlarına ulaşamamış, ancak ayrılıkçı her oluşum bölgede çıkarı olan İngilizler  tarafından tahrik ve desteklenmeye devam ettirilmiştir.

- Darbecilerden ele geçen belgelerden Irakta bulunan İngiliz yetkililerin olayları desteklediği görülmüştür.

- 16 Aralık 1925'de, Milletler Cemiyeti tarafından Musul'un İngiliz mandasındaki Irak'a bırakılmasına karar verilmiştir.

      Ankara'daki İngiliz Büyükelçisi Sir  O. Cleck, olayla ilgili olarak ülkesine gönderdiği raporda gururla; ''Tarihte yalnız İngiliz İmparatorluğu ayrılıkçı güçlere kendisini uydurarak kendi yapısını koruma hünerini gösterebilmiştir.'' ifadesinde bulunacaktır.

      Aradan yaklaşık 60 yıl geçer.  1985 yılında PKK'lı teröristlere ''Şeyh Sait'in yere düşürdüğü bayrağı 'Kürdistan Dağları'na siz dikeceksiniz.'' diye talimatlar veren bir A. Öcalan çıkar. Binlerce şehit ve yaralı veririz. Bir o kadar da masum sivil katledilir. Apo, 1999'da yakalanıp yargılanır ve İmralı'da beslenmeye devam edilir. Emperyalizm, o sırada büyütmekte olduğu din eksenli bir diğer kuklası olan F. Gülen ve FETÖ'yü, derhal devreye sokar. Yaklaşık 90 yıl sonra ''İslamı kurtaracağız!'' diye gerçekleştirilmeye çalışılan benzeri bir darbeyi asil Türk milletinin ''Kandırılamayan'' evlatları kanı ve canı pahasına yine engellerler. F. Gülen, ABD'de rahat ve huzur içinde yaşamını sürdürmeye devam eder.  Şeyh Sait ve arkadaşlarının yaptıkları unutulmuş, unutturulmuştur ve ''kahraman'' ilan edilirler. Asıldıkları Diyarbakır sokaklarına isimleri verilir. Gerçekler, ne uğruna görmemezlikten gelinmektedir? Halkın dini duygularını istismar etmek neden yine  tercih edilir olmuştur?

Demokratik Toplum Kongresi 6. olağan genel kurulunun icra edildiği Diyarbakır'da, PKK'nın sivil uzantısı olan partinin yetkilileri tüm dünyaya sonuç bildirisini yayımlarken açıkça '' Sayın Öcalan halkımız için neyse. Şeyh Sait de odur.'' diye ilan etmediler mi? Daha geçen hafta (22 Aralık 2023) Irak kuzeyindeki Erbil den yayın yapan Rüdaw adlı Kürt medyası, Şeyh Sait için ''Hem dini, hem milli bir kahramandır.'' diye yayın yapmadı mı?  Aynı yayında ''Hareket başarılı olsa ve bir bölgenin kontrolü sağlanabilseydi oranın adı derhal Kürdistan olacaktı.'' demediler mi? 

        Görmek istemeyenler durumu yine  görmeyecekler.  Adı sık sık değişen, PKK yandaşı partiye oy verenler haricinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu' da oy  alabilmenin yolunu, dini eksenli söylemler ve Şeyh Sait, Seyit Rıza, Seyyid Abdülkadir gibi kişileri kutsamak zannedecekler.  Yanıldıklarını anladıklarında ise iş işten geçmiş olacak. 

 

 Siyasetçileri bir kenara bırakırsak, bunca yaşananlardan millet olarak biz ne ders çıkarttık? İlk emri ''OKU'' olan dinimizi öğrenmek için çoğunluğumuz hala kılını kıpırdatmamakta. Kimimiz bir Şeyh efendi bulmuş ve eteğine tutunup cennetlik olma sevdasında. Kur'an-ı Kerim'i ve Türkçe Mealini okumak, Yüce Allah'ın emirlerini, isteklerini doğrudan anlamaya çalışmak çok mu zor? Bir Fatiha'nın Türkçe anlamını öğrenmek bu kadar mı güç? Artık her türlü yazılı kaynağa ulaşmaktayız. Hatta bilgisayar ve cep telefonları vasıtası ile cebimizin içinde, elimizin yapışık bir uzvu durumundalar. Okuma yazma bilmeyenin nerede ise kalmadığı bir ülkede öğrenmek adına okumamanın gerekçesi nedir?

       İmanı bozan; kul hakkı yemek, zayıf olana zulmetmek, işi ehline vermemek, adam kayırmak, fitnecilik yapmak, yalan söylemek, işe-tartıya hile karıştırmak gibi hususları yapmaya devam edip, hala abdesti, orucu neyin bozduğunu öğrenmek için çırpınan, kendi isteğine uygun fetva arayan insanlar mı olacağız? Yüzyıllardır bu zayıf noktamızı kullanarak hiç durmadan kardeş kanı akmasını zevkle seyreden İsrail, ABD, İngiltere vb. emperyalist zalimleri mutlu etmeye devam mı edeceğiz?

       Geçmişte yazılı kaynak bulmak hiç kolay değildi. Bulsan bile okuma yazma bilen insanımız çok azdı.  Bu koşullarda, medreselerin olmadığı kırsal bölgelerde tekkeler büyük hizmet vermişlerdi.  O tekkeleri kuran ve Allah'ın rızasını kazanmayı hedefleyen muhterem Şeyhler (Şeyh Hace Ahmet Yesevi, Şeyh Edabali, Şeyh Hamid-i Veli-Somuncu Baba, öğrencisi Şeyh Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Taptuk Emre, Şeyh Hacı Bektaş-ı Veli gibi) hem toplumun manevi dünyasını şekillendirmiş, hem de helal kazanç yollarını göstermiş, alan değil her zaman veren el olmuşlardır. Onlar halka hizmeti Hak'ka Hizmet gören insanlardır. Bir çoğu kayıp olmakla birlikte günümüze kadar ulaşmış yazılı  bir çok eserleri halen okunmakta ve feyz alınmakta olan Allah'ın sevgili kullarıdırlar. Aynı zamanda dini konuların istismar edilerek halka ne kadar büyük zararlar verilebileceğinin de bilincinde olan ve bunu bizzat kendi çağlarında da yaşayan insanlardır. O sebeple Şeyh Hace Ahmet Yesevi ders niteliğinde ne de  güzel demiştir;

 Beline kuşak bağlar, sözleri yürek dağlar,

 Para toplarken ağlar, ahir zaman şeyhleri.

 Başına sarık sarar, kendine mürid arar,

 İlmi yok neye yarar, ahir zaman şeyhleri.

 Şeyhlik ulu bir iştir, Hak'ka doğru gidiştir,

 Yaklaşılmaz ateştir, ahir zaman şeyhleri.

 Darbecilerin yakalanması sonrası başlayan (Mayıs-Haziran 1925) duruşmalar esnasında anlaşılmıştır ki, ünvanları güya Şeyh olan bu kişilerin bırakın eser yazmayı,  bir kısmının okuma yazması bile yoktur.  Örneğin ''Peçeli Şeyh'' olarak tanınan ve yüzünün görülmesini haşa ''Allah'ın cemalinin görülmesi'' olarak anacak kadar sapıtmış olan Şeyh Şemsettin'in  yanına müritlerinin yerde sürünerek girdikleri ve bu esnada köpek gibi uludukları anlatılmıştır. İşte bunlar o ahir zaman şeyhleridir. Günümüzde de bunların yansıması bir çok insanı bilmektesiniz. Allah'ın bizlere bahşettiği aklı hala kullanmayacak mıyız?

     Derdi Allah rızasını kazanmak olanlara selam olsun.  Sürçü lisan ettikse affola. Sözümüzü Yunus Emre ile tamam edelim;

          İlim, ilim bilmektir,

         ilim kendin bilmektir,

         Sen kendini bilmezsin,

          Bu nice okumaktır?

 

          Okumaktan mana ne?

          Kişinin Hak'kı bilmesidir.

          Niçin okudun bilmezsin,

          Ha bir kuru emektir.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.